9 Aralık 2015 Çarşamba

Forabandit - Vesionari

Kaplu kaplu bağalar
Kanatlanmış uçmağa
Kertenkele derilmiş
Diler Kırım geçmeğe

Kelebek ok yay almış
Ava şikâra çıkmış
Donuzları korkudur
Ayuları kaçmağa

Ergene'nin köprüsü
Susuzluktan bunalmış
Edirne minaresi
Eğilmiş su içmeğe

Kazaza balta koydum
Çevirişin deremezim
Çuval çayırda gezer
Segirdüben kaçmağa

Allah'ımın dağında
Üç bin balık kışlamış
Susuzluktan bunalmış
Kanlı ister göçmeğe

Leylek koduk doğurmuş
Ovada zurna çalar
Balık kavağa çıkmış
Sögüt dalın biçmeğe

Bir sinek bir devenin
Çekmiş budun koparmış
Salinuban seğirdür
Bir yâr ister koçmağa

Bir aksacık karınca
Kırk batman tuz yüklenmiş
Gâh yorgalar gâh seker
Şehre gider satmağa

Donuz dügün eylemiş
Ayuya kızın vermiş
Maymun sındı getirmiş
Kaftan gömlek biçmeğe

Deve hamama girmiş
Dana dellallık eder
Su sığırı natır olmuş
Nöbet ister çıkmağa

Kaygusuz'un sözleri
Hindistan'ın kozları
Bunca yalan söyledin
Girer misin uçmağa

Kaygusuz Abdal

26 Kasım 2015 Perşembe

Prelude

Bazen öyle dolar ki insan, boğazını geç burnunun ucuna kadar gelir acı. Ciğerin topak topak olduğunu hissedersin her nefes alışında. Daha bir acıtır, daha bir üzer. Ben biliyorum, ben yaşadım, ben gördüm. Nasıl bir şey biliyor musun? Mor gibi, biraz boğucu, hafif iç karartıcı. Gece uyanıp tavanı seyretmek gibi. Hatta bazen sırf tavanı seyretmekten bu hâle gelebiliyor insan. Ben biliyorum, ben yaşadım, ben gördüm. Ben hiç boğulmadım. Ben fiziki anlamda boğulmadım. Ama ben boğuldum. Çok boğuldum, göğüs kafesimin üstüne dağlar çöktü. Ben içindeki çiçekler ezilmesin diye çok mücadele ettim. Çok yoruldum, ama yılmadım. Düşünmedim değil benim içimdeki çiçekler acaba hercai menekşe mi diye. Çoğu zaman öyle çıktı. Üzüldüm, üzüntüm çabamdan dolayı değildi. Başka bir şeydi, adını koyamadığım bir şey. Koyamıyordum, ben adını koyamadığım şeyleri koyabilir oldum. Ama hâlâ o kadar çok terim var ki kendimce tanımlamam gereken. Çıkar ilişkisine dayanan hiçbir ilişkiyi; arkadaşlığı, sevgiyi, muhabbeti reddettim, reddediyorum, reddetmeye devam edeceğim. Bu benim en meşru hakkım. Yoksa ben olmam, sülük olurum. Başkasının kanıyla ayakta kalırım. Ama benim bahsettiğim bu tür bir şey değil. Bitkilerin çeşitlilik için tozlaşması gibi bir şey. Olmazsa olmaz mı? Neden olmasın kendi kendini de tozlar. Ama çeşit olmaz. Ben bunu seviyorum. Benim daha önümde çok yol var. Önümüzde çok engel var. Düzlüğe çıkmadan pes edenleri gördüm, engellere gelmeden pes edenleri gördüm. Hatta benim hayatımda değil; ama düzlüğe çıktıktan sonra haydi eyvallah edenleri de gördüm. Bunları neden yazıyorum biliyor musun? Aklımı karıştıran şeyler bunlar değil. Aklımı karıştıran şeyleri tam adlandıramamak korkusunu bunlar dolduruyor. Adlandırmak, bir şeye ad vermek, yani anlam vermek, anlam yüklemek, görev yüklemek. Bunu yapamadığımdan dolayı aklım karışık. İçin kararmasın, içim karanlık değil. Göle çamur düştü diye göl hep çamurlu kalmaz, gölü besleyen bir damar var. Günü gelir ben daha berrak olurum. Korkum yok.

hiç bitmeyecek bir tren yolculuğunun ara istasyonundan...

18 Kasım 2015 Çarşamba

Dürüm Raporu

Yoluna çıkan kaç kirpiye selam verdin? Kaç kirpi seni görünce korkudan kapandı? Bunları umursuyor musun? Hayatın olağan akışına idari müdahaleler yapmalıyız. Ani gelişen şeyleri severim; ama taammüden yapılan işleri de severim. Bu beni ne tür bir insan yapar? Bunları sorun edinmeli miyim kendime? Neden sorular sormaktan çekiniyorsunuz? Çekinmeyin, çekinmeyelim.

Uzunca zamandır yazmadım buraya. Özel yazıyorum, hazırlıyorum. Birikti söylemek istediklerim. Sahibi var, sahibi bekliyor, sahibi okuyacak. Sözlerimin sahibi var. Sabahlarımın sahibi var. Gülümseyişimin sahibi var. "Benim yârim memlekatın yarısı."

Son 4 yıldır televizyon izlemeyi bıraktım, otobüs camından dışarıyı izliyorum. Haberler kötü, kırlangıçlar azaldı. Yol kenarında sahipsiz sardunyalar var ve belediye çiçekleri yaşatmak yerine ölünce yenisini dikiyor. Belediye başkanı şantiye yanlısı. Sokak kedileri artık benden kaçmıyor. Köpekler zaten severdi, onlarda bir değişiklik yok. Arada kasise girince kafam otobüsün camına çarpıyor, o kötü oluyor. Onun dışında bir saatlik yol iyi gidiyor genelde. Sabah güneş doğmadan biniyorum otobüse, güneş yüzüme vurana kadar uyuyorum. Sonra uyanıp etrafımdaki sırıtışı solmuş insancıkları izliyorum. Neyse ki izleyişim kısa sürüyor, Akdeniz karşımda uçsuz bucaksız uzanıyor, sakince. Kemer yolunu görebiliyorum hava nemli değilse. Tüm bunlar 5 saniyede olup bitiyor. Hayatın olağan akışına iradi olmayan müdahalelerden. Ama taammüden.

Dönüş yolu sıkıcı oluyor genelde. Çünkü ne güneş vuruyor yüzüme ne de denizi görebiliyorum tekrar. Beton görüyorum bol bol. Birkaç duvar yazısı, afiş, sticker... Neyse konumuz bunlar değil. Dönüş yolu çok sıkıcı. Ana konu bu. Herhangi bir altmetin yok, satır arası yok. Bu kadar.

Gittiği yoldan dönmeyen otobüs samimi değildir!

Nasıl başladı nasıl bitti, bak görüyor musun?

22 Eylül 2015 Salı

"Yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli
belini sarmayalı
gözünün içinde durmayalı
aklının aydınlığına sorular sormayalı
dokunmayalı sıcaklığına karnının

yüz yıldır bekliyor beni
bir şehirde bir kadın

Aynı daldaydık, aynı daldaydık
Aynı daldan düşüp ayrıldık
Aramızda yüz yıllık zaman,
yol yüz yıllık

yüz yıldır alacakaranlıkta
koşuyorum ardından." ~Nâzım Hikmet



7 Ağustos 2015 Cuma


Otobüsler yol alır
Bu şehir burada kalır
Güz yanığı, gül dalında
Sevdası bülbülde kalır


Penceremden dışarısı
Ceviz ağacı

Kimleri kucaklıyor
Dağların yamacı