"Direnmek fiilini çok seviyorum.
Bizi hapsedene, önyargılara, aceleyle varılan yargılara, yargılama arzusuna, tek isteği açığa çıkmak olan içimizdeki kötüye, vazgeçme isteğine, kendini beğendirme ihtiyacına, başkasını kötüleyerek kendinen bahsetme ihtiyacına, modalara, tehlikeli hırslara, etrafımızı kuşatan karmaşaya direnmek.
Direnmek ve… gülümsemek." ~Emma Dancourt
Düzgün gitmeyen şeyler hakkında bir roman yazılması lazım. Düzgün gitmeyen derken yarım kalan şeylerden bahsediyorum. Bir iş düzgün gitmezse yarım kalır. Yarım kalan şeylerin acısı daha çok olur. Çünkü tam bir olay muhteviyatını çok daha kolay atlatabilirsin. Atlatamazsan da pek üzülme, tam şeyler çabuk kaybolur. Neyse konudan sapmak istemiyorum. Düzgün gitmeyen bir şeyle daha karşılaştım az önce. Zaten hep aklımdaydı, aklımdan çıktığı yoktu. Beni uzunca bunalım dönemimden neredeyse çıkaracak olan bir şahıs, olay, olgu ya da her ne sikimse işte. Dahası hayatımda hiç kıskanmadığım kadar kıskanıyorum. Olmayacağını bile bile kendimi kaptırmış olmamdan dolayı bir tokadı daha hak ediyorum. Orası ayrı. Ama şunu demem lazım, yoksa içimde kalıp beni bitirecek. Bir insanı acılı zamanında acısını paylaşarak tanıdıysanız, o insan yarım kalıyor. İnsanların yarım kalması; şarabın, sigaranın, yahut biranın yarım kalmasından daha berbat. Dayanamayacak duruma geldiğim zaman haber veririm. Yazamayacak hâle gelince, tekrar hatırlayacağım. Tekrar başa saracağım kaseti. İstemeye istemeye dinleyeceğim tekrar. Yarım kalacak gene; ama ben yine de tamamlanmasını umarak dinleyeceğim. Sonra? Sonrası karanlık. Önüm karanlık. Şimdi uyuyordur. O karanlık, sigaramın ucu aydınlık. Gerisi saçma sapan bir karanlığa gömülü. Bu kavga büyük ihtimalle son kavga olacak içimde. Ne bir kazanç ne bir alınganlık. Sadece pişmanlık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
yapıştır!