20 Ekim 2014 Pazartesi

mesaj

uludağsözlük'te dört seneyi aşkınlık yazarlığım var. uzun zamandır girmiyordum bugün girdim ve mesaj kutusunun dolduğunu gördüm. enfes bir mesaj bırakılmış onu yazacağım. cevap istenen türden bir mesaj değil:
"
telefon rehberini sildim.
610 fotoğraf.
152 müzik.
saçlarımı kestim-kulak mememin üşümesi için biraz daha kesmeliymişim-
parmağıma bir ip taktım.
tüm bunlar yeniden başlama evresi.
saçlarıma bakıyorum, artık kırık yok.
aynaya bakıyorum saçlarım gibi değil.
içimde bir şeyler çok kırık.
evde kendimi tamir ediyorum;
beni uyandırıyor marmara:
"aşk için değildi artık uyanıklığı gecenin,
bir dünya için
bir dünya yeni"
alışkanlıklarımı bırakıyorum yavaş yavaş. bıraktıklarım çok acıtıyor.
bıraksam kendimi
nasıl koşarım geri. sarılırım sımsıkı.
kırmak istemiyorum beni.
üzülsün istemiyorum.
artık saçlarım uzasın.
bir rüya gördüm;
aynı evin içindeyiz onunla.
mutfak,koridor,banyo.
ama hiç karşılaşmıyoruz.
neden bu kadar yakınken dokunmuyoruz? -onunla-
sonsuz olduğunu düşünüyorum, hayal ediyorum:
bunu biliyor ve bu yüzden hep geç kalıyor.

bu rüyadan uyandığımda marmara ile beşinci kata çıkıp bağıracağız::
ey iki adımlık yerküre
senin bütün arka bahçelerini gördüm ben."
hiç tanımadığın biri dediler, hiç tanımadığın birinden başla.
ölüm yine kendi içimde,belki bu gece."

15 Ekim 2014 Çarşamba






















14 Ağustos 1932
Anaïs

Bir daha aklıselime kavuşabileceğimden emin değilim. Mantıklı davranalım. Bu bir Louveciennes evliliği oldu, yadsıyamazsın. Tenimde senden parçalarla ayrıldım yanından; bir kan okyanusunda, senin arı ama zehirli Endülüs kanının okyanusunda yürüyorum, yüzüyorum. Yaptığım, söylediğim, düşündüğüm her şey bu evlilik ekseninde dönüp duruyor. Seni evin hanımefendisi olarak gördüm, koyu tenli bir Mağripli, beyaz bedenli bir zenci, tüm bedeni her yanı gözden ibaret — kadın, kadın, kadın. Senden uzakta yaşamaya nasıl devam edebileceğimi bilenmiyorum. Bu ayrılıklar ölüm artık. Hugo geri dönünce ne hissettin? Ben hâlâ orada mıydım? Onunlayken de benimle olduğun gibi olduğunu hayal edemiyorum. Sıkıştırılmış bacaklar. Kırılganlık. İhanet edenin tatlı boyun eğişi. Kuş uysallığı. Benimle tekrar kadın oldun. Neredeyse dehşete kapılmıştım. Otuz yaşında değilsin — bin yaşındasın adeta.

Geri döndüm belki ama hâlâ tutkuyla doluyum, sıcak şarap gibi dumanlar saçıyorum. Yalnızca tensel bir tutku değil bu, sana açım, içimi parçalayan bir açlık. Gazetelerde cinayetler ve intiharlarla ilgili makaleler okuyorum ve kesinlikle anlıyorum. Kendimi bir katil olarak, intihar eden biri olarak hissedebiliyorum. Hiçbir şey yapmamanın, zamanın geçişini izlemekle yetinmenin, felsefi bir yaklaşım benimsemenin, mantıklı olabilmenin utanç verici olduğu hissine kapılıyorum. Erkeklerin bir eldiven, bir bakış vb. için kavgaya tutuştuğu, birbirini öldürdüğü, öldüğü zamanlar nerede kaldı? (Biri Madame Butterfly’ın o korkunç ezgisini çalıyor – “Bir gün gelecek o”!)

Hâlâ mutfaktan zencilere özgü o hafif sesinle şarkı söylediğini işitiyorum. Armonisiz, tekdüze bir Küba ağıtı söylüyorsun. Mutfaktayken mutlu olduğunu ve pişirdiğin yemeğin birlikte yediklerimizden daha iyi olduğunu biliyorum. Sık sık tenini yaktığın halde hiç sızlanmadığını biliyorum. Binlerce gözle bezenmiş, Tanrıça Indra’ya yaraşır elbisenle çevremde dolanıp dururken, yemek salonunda öylece otururken ne büyük bir mutluluk ne büyük bir huzur yaşıyordum.

Anaïs, eskiden seni sevdiğimi sanardım; bugün hissettiğim gerçekliğin yanında hiçbir şeymiş. Hayattan çalınmış kısa bir zaman olduğu için mi muhteşemdi bu? Birbirimize, birbirimiz için bir oyun mu oynuyorduk? Daha az mı “ben”dim, daha çok mu “ben”? Ya sen, daha az mı “sen”din, daha çok mu “sen”? Bunun devam edebileceğini düşünmek delilik miydi? Tekdüzelik ne zaman ve nerede başlayacaktı? Olası hatalarını, zayıf noktalarını, tehlikeli yanlarını keşfetmek için o kadar inceledim seni ama bulamadım, en ufak bir parça bulamadım. Bu âşık olduğum, kör, kör, kör olduğum anlamına geliyor. Sonsuza dek kör. […]

Şu anda gözlerinin ardına kadar açıldığını biliyorum. Asla inanmayacağın şeyler, bir daha yapmayacağın hareketler, bir daha yaşamayacağın acılar, şüpheler var artık. Şefkatinde ve zalimliğinde neredeyse suç denilebilecek bir kor ateş. Ne pişmanlık ne intikam; ne acı ne suçluluk. Yalnızca yaşamak, tadını aldığın ve istediğinde yeniden bulabileceğin çılgın bir umut, bir neşe değilse ne koruyabilir seni uçurumdan! […]

Hayat ve edebiyat iç içe geçmiş, aşksa dinamosu, sen bukalemun ruhunla bana bin türlü aşk sunuyorsun, hâlâ burada, hâlâ sağlam. İçinden geçtiğimiz fırtına ne olursa olsun, neredeyse her yerde kendimizi evimizde hissediyoruz. Her sabah görevimize kaldığımız yerden devam ediyoruz. Sen kendine olan güvenin günbegün artarak, istediğin zengin hayatını yaşıyorsun ve güvenin arttıkça beni daha çok istiyor, bana daha çok ihtiyaç hissediyorsun. Senin daha boğuk, daha genizden artık, gözlerin daha kara, kanın daha yoğun, bedenin daha dolgun. Şehvet dolu bir kölelik, zorbalık dolu bir ihtiyaç. Görülmedik düzeyde bilinçli, ölçüsüz bir zalimlik. Deneyimin sınırsız hazzı.

Henry Miller