14 Ağustos 1932
Anaïs
Bir daha aklıselime kavuşabileceğimden emin değilim. Mantıklı davranalım. Bu bir Louveciennes evliliği oldu, yadsıyamazsın. Tenimde senden parçalarla ayrıldım yanından; bir kan okyanusunda, senin arı ama zehirli Endülüs kanının okyanusunda yürüyorum, yüzüyorum. Yaptığım, söylediğim, düşündüğüm her şey bu evlilik ekseninde dönüp duruyor. Seni evin hanımefendisi olarak gördüm, koyu tenli bir Mağripli, beyaz bedenli bir zenci, tüm bedeni her yanı gözden ibaret — kadın, kadın, kadın. Senden uzakta yaşamaya nasıl devam edebileceğimi bilenmiyorum. Bu ayrılıklar ölüm artık. Hugo geri dönünce ne hissettin? Ben hâlâ orada mıydım? Onunlayken de benimle olduğun gibi olduğunu hayal edemiyorum. Sıkıştırılmış bacaklar. Kırılganlık. İhanet edenin tatlı boyun eğişi. Kuş uysallığı. Benimle tekrar kadın oldun. Neredeyse dehşete kapılmıştım. Otuz yaşında değilsin — bin yaşındasın adeta.
Geri döndüm belki ama hâlâ tutkuyla doluyum, sıcak şarap gibi dumanlar saçıyorum. Yalnızca tensel bir tutku değil bu, sana açım, içimi parçalayan bir açlık. Gazetelerde cinayetler ve intiharlarla ilgili makaleler okuyorum ve kesinlikle anlıyorum. Kendimi bir katil olarak, intihar eden biri olarak hissedebiliyorum. Hiçbir şey yapmamanın, zamanın geçişini izlemekle yetinmenin, felsefi bir yaklaşım benimsemenin, mantıklı olabilmenin utanç verici olduğu hissine kapılıyorum. Erkeklerin bir eldiven, bir bakış vb. için kavgaya tutuştuğu, birbirini öldürdüğü, öldüğü zamanlar nerede kaldı? (Biri Madame Butterfly’ın o korkunç ezgisini çalıyor – “Bir gün gelecek o”!)
Hâlâ mutfaktan zencilere özgü o hafif sesinle şarkı söylediğini işitiyorum. Armonisiz, tekdüze bir Küba ağıtı söylüyorsun. Mutfaktayken mutlu olduğunu ve pişirdiğin yemeğin birlikte yediklerimizden daha iyi olduğunu biliyorum. Sık sık tenini yaktığın halde hiç sızlanmadığını biliyorum. Binlerce gözle bezenmiş, Tanrıça Indra’ya yaraşır elbisenle çevremde dolanıp dururken, yemek salonunda öylece otururken ne büyük bir mutluluk ne büyük bir huzur yaşıyordum.
Anaïs, eskiden seni sevdiğimi sanardım; bugün hissettiğim gerçekliğin yanında hiçbir şeymiş. Hayattan çalınmış kısa bir zaman olduğu için mi muhteşemdi bu? Birbirimize, birbirimiz için bir oyun mu oynuyorduk? Daha az mı “ben”dim, daha çok mu “ben”? Ya sen, daha az mı “sen”din, daha çok mu “sen”? Bunun devam edebileceğini düşünmek delilik miydi? Tekdüzelik ne zaman ve nerede başlayacaktı? Olası hatalarını, zayıf noktalarını, tehlikeli yanlarını keşfetmek için o kadar inceledim seni ama bulamadım, en ufak bir parça bulamadım. Bu âşık olduğum, kör, kör, kör olduğum anlamına geliyor. Sonsuza dek kör. […]
Şu anda gözlerinin ardına kadar açıldığını biliyorum. Asla inanmayacağın şeyler, bir daha yapmayacağın hareketler, bir daha yaşamayacağın acılar, şüpheler var artık. Şefkatinde ve zalimliğinde neredeyse suç denilebilecek bir kor ateş. Ne pişmanlık ne intikam; ne acı ne suçluluk. Yalnızca yaşamak, tadını aldığın ve istediğinde yeniden bulabileceğin çılgın bir umut, bir neşe değilse ne koruyabilir seni uçurumdan! […]
Hayat ve edebiyat iç içe geçmiş, aşksa dinamosu, sen bukalemun ruhunla bana bin türlü aşk sunuyorsun, hâlâ burada, hâlâ sağlam. İçinden geçtiğimiz fırtına ne olursa olsun, neredeyse her yerde kendimizi evimizde hissediyoruz. Her sabah görevimize kaldığımız yerden devam ediyoruz. Sen kendine olan güvenin günbegün artarak, istediğin zengin hayatını yaşıyorsun ve güvenin arttıkça beni daha çok istiyor, bana daha çok ihtiyaç hissediyorsun. Senin daha boğuk, daha genizden artık, gözlerin daha kara, kanın daha yoğun, bedenin daha dolgun. Şehvet dolu bir kölelik, zorbalık dolu bir ihtiyaç. Görülmedik düzeyde bilinçli, ölçüsüz bir zalimlik. Deneyimin sınırsız hazzı.
Henry Miller
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
yapıştır!