15 Ekim 2014 Çarşamba






















14 Ağustos 1932
Anaïs

Bir daha aklıselime kavuşabileceğimden emin değilim. Mantıklı davranalım. Bu bir Louveciennes evliliği oldu, yadsıyamazsın. Tenimde senden parçalarla ayrıldım yanından; bir kan okyanusunda, senin arı ama zehirli Endülüs kanının okyanusunda yürüyorum, yüzüyorum. Yaptığım, söylediğim, düşündüğüm her şey bu evlilik ekseninde dönüp duruyor. Seni evin hanımefendisi olarak gördüm, koyu tenli bir Mağripli, beyaz bedenli bir zenci, tüm bedeni her yanı gözden ibaret — kadın, kadın, kadın. Senden uzakta yaşamaya nasıl devam edebileceğimi bilenmiyorum. Bu ayrılıklar ölüm artık. Hugo geri dönünce ne hissettin? Ben hâlâ orada mıydım? Onunlayken de benimle olduğun gibi olduğunu hayal edemiyorum. Sıkıştırılmış bacaklar. Kırılganlık. İhanet edenin tatlı boyun eğişi. Kuş uysallığı. Benimle tekrar kadın oldun. Neredeyse dehşete kapılmıştım. Otuz yaşında değilsin — bin yaşındasın adeta.

Geri döndüm belki ama hâlâ tutkuyla doluyum, sıcak şarap gibi dumanlar saçıyorum. Yalnızca tensel bir tutku değil bu, sana açım, içimi parçalayan bir açlık. Gazetelerde cinayetler ve intiharlarla ilgili makaleler okuyorum ve kesinlikle anlıyorum. Kendimi bir katil olarak, intihar eden biri olarak hissedebiliyorum. Hiçbir şey yapmamanın, zamanın geçişini izlemekle yetinmenin, felsefi bir yaklaşım benimsemenin, mantıklı olabilmenin utanç verici olduğu hissine kapılıyorum. Erkeklerin bir eldiven, bir bakış vb. için kavgaya tutuştuğu, birbirini öldürdüğü, öldüğü zamanlar nerede kaldı? (Biri Madame Butterfly’ın o korkunç ezgisini çalıyor – “Bir gün gelecek o”!)

Hâlâ mutfaktan zencilere özgü o hafif sesinle şarkı söylediğini işitiyorum. Armonisiz, tekdüze bir Küba ağıtı söylüyorsun. Mutfaktayken mutlu olduğunu ve pişirdiğin yemeğin birlikte yediklerimizden daha iyi olduğunu biliyorum. Sık sık tenini yaktığın halde hiç sızlanmadığını biliyorum. Binlerce gözle bezenmiş, Tanrıça Indra’ya yaraşır elbisenle çevremde dolanıp dururken, yemek salonunda öylece otururken ne büyük bir mutluluk ne büyük bir huzur yaşıyordum.

Anaïs, eskiden seni sevdiğimi sanardım; bugün hissettiğim gerçekliğin yanında hiçbir şeymiş. Hayattan çalınmış kısa bir zaman olduğu için mi muhteşemdi bu? Birbirimize, birbirimiz için bir oyun mu oynuyorduk? Daha az mı “ben”dim, daha çok mu “ben”? Ya sen, daha az mı “sen”din, daha çok mu “sen”? Bunun devam edebileceğini düşünmek delilik miydi? Tekdüzelik ne zaman ve nerede başlayacaktı? Olası hatalarını, zayıf noktalarını, tehlikeli yanlarını keşfetmek için o kadar inceledim seni ama bulamadım, en ufak bir parça bulamadım. Bu âşık olduğum, kör, kör, kör olduğum anlamına geliyor. Sonsuza dek kör. […]

Şu anda gözlerinin ardına kadar açıldığını biliyorum. Asla inanmayacağın şeyler, bir daha yapmayacağın hareketler, bir daha yaşamayacağın acılar, şüpheler var artık. Şefkatinde ve zalimliğinde neredeyse suç denilebilecek bir kor ateş. Ne pişmanlık ne intikam; ne acı ne suçluluk. Yalnızca yaşamak, tadını aldığın ve istediğinde yeniden bulabileceğin çılgın bir umut, bir neşe değilse ne koruyabilir seni uçurumdan! […]

Hayat ve edebiyat iç içe geçmiş, aşksa dinamosu, sen bukalemun ruhunla bana bin türlü aşk sunuyorsun, hâlâ burada, hâlâ sağlam. İçinden geçtiğimiz fırtına ne olursa olsun, neredeyse her yerde kendimizi evimizde hissediyoruz. Her sabah görevimize kaldığımız yerden devam ediyoruz. Sen kendine olan güvenin günbegün artarak, istediğin zengin hayatını yaşıyorsun ve güvenin arttıkça beni daha çok istiyor, bana daha çok ihtiyaç hissediyorsun. Senin daha boğuk, daha genizden artık, gözlerin daha kara, kanın daha yoğun, bedenin daha dolgun. Şehvet dolu bir kölelik, zorbalık dolu bir ihtiyaç. Görülmedik düzeyde bilinçli, ölçüsüz bir zalimlik. Deneyimin sınırsız hazzı.

Henry Miller

20 Eylül 2014 Cumartesi

Bugün saçları ağarmış ve dökülmüş bir ihtiyar bana "Biz 68 kuşağıydık! 6. Filo'yu denize döken hani. Hafta sonları hep Taksim, Beyazıt meydan meydan dolaşırdık. Her hafta Kadıköy'de kavga olurdu orada kavga ederdik. Şimdi mücadele gençlerde, biz gençlerin önünü açtık sıra onlarda." dedi. İçimden "Siz kavgayı oluşturdunuz da bize bırakmadınız ki! Bak hâlâ kendinizi anlatıyorsunuz, bizim yaptıklarımızı göremiyorsunuz. Biz kendi kavgamızı oluşturduk." dedim. Ama dışımdan "Ooo ama biz bu gazla Halkevi'ni işgal ederiz bakın." deyip keh keh güldüm.

Annemin babası olan dedem, vakti zamanında annem mücadele içine girince "Biz(68 Kuşağı) yapamadık devrimi, siz mi yapacaksınız?" diye rencide etmiş. Annem ona bir cevap vermiş ama şuan hatırlamıyorum ne dediğini. Latin Amerikalı, muhtemelen Meksikalı bir adamın sözü vardı: Tecrübe yaşlıların gençleri elimine ettikleri bir argümandır cinsinden bir laf ediyor ve devam ediyor, tecrübesizlik bu tür konulara daha entelektüel bakış açısı kazandırabiliyor.

Babam, ben lisede mücadeleye girince "Şuan devrim yönünde bir rüzgâr yok, bu dönemde mücadeleyi böyle keskinleştirmek akıntıya karşı kürek çekmektir enerji kaybıdır." demişti. Ben de ona "O hâlde, biz bu rüzgârı yaratacağız baba." demiştim. 95'ten bu yana süregelen dönemin, 98'le 2006 arası, tam olarak olmasa da kayıp denilebilir. Fakat 95-98 ve 2006-günümüz süreci önemsenmelidir, önemsenecektir. Tarih, galipleri yazar. Brennus etmiş bu lafı, Roma'yı alaşağı ettiğinde Galyalı komutan. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi işgali, Ankara DTCF olayları, 98 yıl hapis cezaları... Daha sonra yumurtalama eylemleri, "çeviklere ısmarladım çay gele çay gele," "geliyorlar ellerinde mavi bayraklar," falan. Say say bitmez.

Bizler, bu nesil, eğer tarih sonuna 8 konulacaksa illâ 2008 kuşağı, kendi rüzgârımızı yaratıyoruz Türkiye'de.

Kaldırım taşlarının altındaki kumsalı görmek istiyoruz!
Daha güzel bir dünya mümkündür diyoruz!
Üreten biziz, yöneten de biz olacağız diyoruz!

İsyan var!

9 Eylül 2014 Salı

trenler, trenler, trenler çarpsın bana

ya da ben cezamı farklı şekillerde çekeyim. böyle olmasın ama. böylesini istemiyorum. bu olmaz, yasak olsun. lütfen.

bir cenaze evinde gülersin, sonra tek başına bir odaya kapanır herkes, sessiz sessiz ağlar. herkes, herkesin ağladığını bilir.

babanın babası ölürse, babanın babası öldüğünde, babanın gizlice ağladığını, hele ki onu üzdükten sonra görünce. bir de üstüne çok sevdiğini, pek sevdiğini, sevdiğini anlatamadığını üzünce.

gözlerim yanıyor, su tutuyorum geçmiyor.

yaraladım. yaralarınızdan öpmem gerekirken bir yara da ben açtım.

kendimi suçlamak da fayda değil. zarar hatta, acizlik. aciz değilim; ama suçluyum. fetva bana ait, basın mührü, cezamı çekeyim.

22 Ağustos 2014 Cuma

biraz ordan biraz burdan, hayata giriş 101

PERDE 1
Sahne 1
Yer: Arkadaş Evinin Balkonu
Oyuncular:

  • Esas oğlan
  • Esas oğlanın arkadaşı
  • Esas oğlanın arkadaşının kardeşi
  • Esas oğlanın arkadaşının kardeşinin arkadaşı
Dekor: İki bilgisayar, iki küllük, dört bardak, bir kanepe, sürgülü cam kapı, birkaç saksı çiçek.

ESAS OĞLAN:(girer, etrafa bakınır)Ne yani şimdi sen gene mi ayrıldın Tuğba'dan?
ESAS OĞLANIN ARKADAŞI: Evet(başını batan güneşe doğru çevirir) ve hiç bu konu hakkında konuşmak istemiyorum.
ESAS OĞLANIN ARKADAŞININ KARDEŞİ: Dangalaksın abi.
ESAS OĞLANIN ARKADAŞI: Kes lan sensin dangalak. Kola doldur.
ESAS OĞLAN: Hakikaten dangalaksın. Ya da değilsindir, ne yaptığını biliyorsundur. Öyle umuyorum. Ulan zaten lisede ne kadar hoşlandığım kız varsa hepsiyle çıktın. Yok yok! Sen kesin dangalaksın.
ESAS OĞLANIN ARKADAŞI:(piç sırıtışıyla) O senin salaklığın kardeşim. Biraz hızlı olacaksın bu işlerde.
ESAS OĞLAN: Siktir len!

sahne değişir

ESAS OĞLAN: Uyudular mı lan?
ESAS OĞLANIN ARKADAŞININ KARDEŞİNİN ARKADAŞI: He ya abi uyudular.
ESAS OĞLAN: Ulan adam evine çağırdı, ama uyuyor. Olur mu lan böyle?
ESAS OĞLANIN ARKADAŞININ KARDEŞİNİN ARKADAŞI: Haklısın abi. Olmaz.
ESAS OĞLAN: Olm sen de sürekli beni onaylama ihtiyacı hissetme, haksız olunca haksızsın de. Dik dur, kimseye abicilik yapma.

sahne kararır...

Sahne 2
Yer: Hastane
Oyuncular:

  • Esas oğlan
  • Esas oğlanın babası
Dekor: İki koltuk, bir klima.

(sessizce beklerler. esas oğlan bu sessizlikten korkar, olmak istediği yer burası değildir. kendini olaya vermekte zorlanır. kafası bulanır, başı döner. konuşmazlar. ortalık o kadar sessizdir ki oğlan kendi kalp atış sesini duymaya başlar. gözleri kararır, kafası babasının omzuna düşer. uyuklar)

perde iner, sahne biter. 10 dakika ara ki bulasın...

PERDE 2
Sahne 1
Yer: Kabristan
Oyuncular:

  • Esas oğlan
  • Akrabalar
  • İmam
  • Kabristan görevlileri
Dekor: Bir tabut, bir kazma, iki kürek. iki metre uzunluğa bir metre genişlik standart bir mezar, birkaç parça gözyaşı.

İMAM: ...Bilhassa Allah rızası için el-fatiha...
sessizlik...
daha çok sessizlik...
ESAS OĞLAN: Hastane sessizliği mi daha zor, kabristan sessizliği mi? Yoksa ikisi birbiriyle karşılaştırılmayacak derecede büyük şeyler mi? Ne zaman bulunacak bu sessizliklere çare?
AKRABALAR:(kimi bağıra bağıra, kimi sessizce ağlaşır)
KABRİSTAN GÖREVLİSİ 1: He ya, devlet zam yapacak diyorlar bizim işe ama ne zaman olur Allah bilir.
KABRİSTAN GÖREVLİSİ 2: O işi unut dayıoğlu, devlet ne zaman zam yaptı ki şimdi yapsın. Geçicen o işleri.
ESAS OĞLAN: Anladım. Zam yapılınca bulunacak o çare...

sahne kararır

Sahne 2, Son Sahne
Yer: Yatak odası
Oyuncular:

  • Esas oğlan
Dekor: Yatak, çarşaf, çarşafa sıkışmış aşk, yastık, pike.

esas oğlan kabusundan terlemiş olarak uyanır, etrafına bakınır. karanlık... geri yatıp pikesine daha sıkı sarılır. esas kızın ellerini öperken uyuyakalır...