19 Kasım 2014 Çarşamba

Kırıntı


  • Merhaba
  • Üniversiteye ilk geldiğim vakitler(Eylül 2011'e tekabül ediyor) "Üniversite Notları" isimli eğlenceli ama saçma sapan bir yazı yazmışım onu tekrar okudum ve o türden yazmaya karar verdim.
  • O ders kitabına 80 TL verdim. Hâlâ duruyor, evladiyelik lan o kitap. Kuşe kağıt falan. ufff...
  • Asosyalleşmekten daha leş bir şey varsa o da yarı asosyal yarı sosyal bir hayat. Hangisi olacağını şaşırıyorsun. Evde kalmak, dışarı çıkarsam da şehir dışına çıkmak istiyorum.
  • Bahoz diye enfes bir film var; ama insanlar izlememekte ısrarcı. 
  • Bajar diye enfes bir grup var, saatlerce dinleyebiliyorsun sıkılmadan.
  • Kimya'dan korkmuşum o zamanlar. Kendime en güzel kahkahalarımı gönderdim. Ne Kimya'sı yahu :( Kimya'nın gözünü sevem
  • THY AKILLI OLSUN AKILLI! İKİ KİŞİYİZ! GELİR SİZİ DÖVERİZ TAMAM MI?
  • Assassin's Creed - ders çalışma - Assassin's Creed - ders çalışma - uyku. Bu düzen okuldan eve geldikten sonraki düzen. Kötü, oyun bir an önce bitse de bari uzunca süre oynamasam. 
  • Kadın erkek ilişkileri hakkında klişe bir çıkarımda bulunup duvarlar var demişim. Var abicim duvarlar elbette; ama aşılmaz değil. Aşınca ne güzel şeyler var bir bilsen. Duvarları göremez oluyorsun bir süre sonra. Zaten duvar dediğimiz şey yani sadece beton ve taş değil ki.
  • Gece 03:18 aşağıda kedi miyavlıyor, ben özlemden kavruluyorum. Kediyle beraber ben de miyavlıyorum. Mauuuv!
  • Bak gördün mü güzelim? Vakt-i zamanında birileri de benim ismimi sormamış içerlemişim. 
  • Nutella-puding karşılaştırmasına bir son veriyorum! Nutellalı puding çıkana kadar ikisini de boykot ediyoruz!
  • Bisiklete binip, hafif esintilerle yüzümü okşana taze yaz akşamı rüzgârına kendimi bırakmak istedim biraz önce. Yazı özlemem ki ben. Yaz tatildir sadece bana; ama ne tatil he...
  • Ben saçma sapan yazmayalı uzun zaman olmuş. Bir aralar buralara benim zihin çöplüğüm diyordum. O laf da benim değildi. Galiba Norval Xavier Blaquiere tarafından edilmiş bir laftı Sinestezya kitabında.
  • Güle güle
  • İyi geceler!

18 Kasım 2014 Salı

holosko artı bir miktar yara

rejisörler senden yana
mevsimler ve uçan halılar
son sahne sarhoşuyuz belki de hala
o filmin sonunda ağlayacaktık galiba
gözümüze dünya kaçtı 
beyazıt’ta
ne meydandı ama
elektrik kokuyor her yanımız
insan hakları mı diyorduk
beş heceli başka bir şey mi yoksa
anne bir on iki eylül yarasıdır
merkez sağ bahsini çokça söylemiştik
gözlerinden geçiyoruz
guantanamo’nun kapısı açık kalmış yine
emperyalizm de kahrolmadı
bir sigaran var mı?
çünkü bir sigara serbestledikçe beş vakit piyasa
holosko artı bir miktar para
dünya değiştirilebilir biraz sıkı tutunca
mezar geceleri, dört kollular
iyi bilecek olanlar asla

eksik pansumanlara razıdır ikna odalarında
son kez yüksek sesle batının ilmini mutlaka
sigarayı yakınca otobüsün gelmesi 
ontolojik bir sorun değildir ayrıca
holosko artı bir miktar yara
statükoya armağan olacaktır varlığım
bakışları kapital, iyi halden marksist
kerbela görüce zülfikarı susan gönüllere deva
her şeyi devletten beklemek uzunca bir kış gibi
yakacak içimizi tevhid-i tedrisatın ateşi
söz, kıymetli bir mayındır
meclisten içeridedir
şubatlar çok sert geçer
senetler ve de aşklar
merhem olunuyorsa 
ve salyangoza sürekli zam yapılıyorsa
mahallemiz işgal altındaysa
burada yabancıları sevmezler
evet evet tam olarak burada
ceo olmak istemiyorum diye uyanılan kabuslarda
hangi sosyolojik yaraya varılır bilmem
uçan halılarda yerimiz yok, anladık
ve babaannesi baş örtülü adamlar 
memleket meselesidir hala
tab edilmemiş yaslardan geçiyoruz kaç zamandır
adettir çünkü yazıldığı gibi ölünür burada
ışık şiirden yükselirse
yanık kokuları yusufiye’dir
doğudan gelenlerin hepsi bize hatıra
bir ölünün ardından bakakalmak gibiyiz
bazı ikindiler hep böyledir, sen bize aldırma
adımızı tahtaya yazıyorlar, pek konuşmuyoruz oysa
yine de çok yakışıyoruz tahtaya
bazı ikindiler hep böyledir
yazıldığı gibi ölünür, sen bize bakma
gösterdiğin yolda hiç durmadan yürüyeceğime
holosko artı bir miktar para
yaralı serçeleri manşete taşımıyor dünya 
dünya bunu hep yapıyor
çirkin kurbağalar öpmekten yorgunuz sanma
misafirliğin zekatı ayakta beklemek
dünyaya tabiyiz her gün 
bekleme odaları kadar gergin
karateciler nedense hep yeşil kuşak
seksen sonrasıyız dedik ya en fazla nakarata eşlik ederiz
burada konuyu değiştirmek isterdim aslında
yağmurda bazen mecaz da ıslanır
iyi ki bir metin yüksel’iniz var lan diyenlerden geçtim
geçtim dünya üzerinden
lapa pilava da risotto diyorlar ısrarla
tamam lan siz haklısınız, şiir rönesanstan büyüktür
şiir ve rönesans aynı cümlelerde hep biraz eksik
son teklifimdir dünyaya
uslu çocuklar çarmıha
holosko artı bir miktar yara
çirkin kurbağalar öpmekten yorgunuz sanma
romancılara bayılan baş örtülü kızların 
hayır hayır bu şarkı bizim değildir
bu kemancılar ve bu beşinci sınıf artistlik acılar
nükleer silahlarla şiir de yazılmaz
tek kişilik acılarla kaplıdır çünkü uçurtmalarımız
jilet bağlanmıştır telaşımıza henüz erkenden
çocukluk denmez ya buna, olsa olsa kundaklama
şimdi ölebiliriz aslında bir proleter gibi 
dikeriz gözlerimizi belki hayata 
uhud’un okçularından rol çalıyor nasılsa dünya
o filmin sonunda ağlayacaktık galiba


~güven adıgüzel

20 Ekim 2014 Pazartesi

mesaj

uludağsözlük'te dört seneyi aşkınlık yazarlığım var. uzun zamandır girmiyordum bugün girdim ve mesaj kutusunun dolduğunu gördüm. enfes bir mesaj bırakılmış onu yazacağım. cevap istenen türden bir mesaj değil:
"
telefon rehberini sildim.
610 fotoğraf.
152 müzik.
saçlarımı kestim-kulak mememin üşümesi için biraz daha kesmeliymişim-
parmağıma bir ip taktım.
tüm bunlar yeniden başlama evresi.
saçlarıma bakıyorum, artık kırık yok.
aynaya bakıyorum saçlarım gibi değil.
içimde bir şeyler çok kırık.
evde kendimi tamir ediyorum;
beni uyandırıyor marmara:
"aşk için değildi artık uyanıklığı gecenin,
bir dünya için
bir dünya yeni"
alışkanlıklarımı bırakıyorum yavaş yavaş. bıraktıklarım çok acıtıyor.
bıraksam kendimi
nasıl koşarım geri. sarılırım sımsıkı.
kırmak istemiyorum beni.
üzülsün istemiyorum.
artık saçlarım uzasın.
bir rüya gördüm;
aynı evin içindeyiz onunla.
mutfak,koridor,banyo.
ama hiç karşılaşmıyoruz.
neden bu kadar yakınken dokunmuyoruz? -onunla-
sonsuz olduğunu düşünüyorum, hayal ediyorum:
bunu biliyor ve bu yüzden hep geç kalıyor.

bu rüyadan uyandığımda marmara ile beşinci kata çıkıp bağıracağız::
ey iki adımlık yerküre
senin bütün arka bahçelerini gördüm ben."
hiç tanımadığın biri dediler, hiç tanımadığın birinden başla.
ölüm yine kendi içimde,belki bu gece."

15 Ekim 2014 Çarşamba






















14 Ağustos 1932
Anaïs

Bir daha aklıselime kavuşabileceğimden emin değilim. Mantıklı davranalım. Bu bir Louveciennes evliliği oldu, yadsıyamazsın. Tenimde senden parçalarla ayrıldım yanından; bir kan okyanusunda, senin arı ama zehirli Endülüs kanının okyanusunda yürüyorum, yüzüyorum. Yaptığım, söylediğim, düşündüğüm her şey bu evlilik ekseninde dönüp duruyor. Seni evin hanımefendisi olarak gördüm, koyu tenli bir Mağripli, beyaz bedenli bir zenci, tüm bedeni her yanı gözden ibaret — kadın, kadın, kadın. Senden uzakta yaşamaya nasıl devam edebileceğimi bilenmiyorum. Bu ayrılıklar ölüm artık. Hugo geri dönünce ne hissettin? Ben hâlâ orada mıydım? Onunlayken de benimle olduğun gibi olduğunu hayal edemiyorum. Sıkıştırılmış bacaklar. Kırılganlık. İhanet edenin tatlı boyun eğişi. Kuş uysallığı. Benimle tekrar kadın oldun. Neredeyse dehşete kapılmıştım. Otuz yaşında değilsin — bin yaşındasın adeta.

Geri döndüm belki ama hâlâ tutkuyla doluyum, sıcak şarap gibi dumanlar saçıyorum. Yalnızca tensel bir tutku değil bu, sana açım, içimi parçalayan bir açlık. Gazetelerde cinayetler ve intiharlarla ilgili makaleler okuyorum ve kesinlikle anlıyorum. Kendimi bir katil olarak, intihar eden biri olarak hissedebiliyorum. Hiçbir şey yapmamanın, zamanın geçişini izlemekle yetinmenin, felsefi bir yaklaşım benimsemenin, mantıklı olabilmenin utanç verici olduğu hissine kapılıyorum. Erkeklerin bir eldiven, bir bakış vb. için kavgaya tutuştuğu, birbirini öldürdüğü, öldüğü zamanlar nerede kaldı? (Biri Madame Butterfly’ın o korkunç ezgisini çalıyor – “Bir gün gelecek o”!)

Hâlâ mutfaktan zencilere özgü o hafif sesinle şarkı söylediğini işitiyorum. Armonisiz, tekdüze bir Küba ağıtı söylüyorsun. Mutfaktayken mutlu olduğunu ve pişirdiğin yemeğin birlikte yediklerimizden daha iyi olduğunu biliyorum. Sık sık tenini yaktığın halde hiç sızlanmadığını biliyorum. Binlerce gözle bezenmiş, Tanrıça Indra’ya yaraşır elbisenle çevremde dolanıp dururken, yemek salonunda öylece otururken ne büyük bir mutluluk ne büyük bir huzur yaşıyordum.

Anaïs, eskiden seni sevdiğimi sanardım; bugün hissettiğim gerçekliğin yanında hiçbir şeymiş. Hayattan çalınmış kısa bir zaman olduğu için mi muhteşemdi bu? Birbirimize, birbirimiz için bir oyun mu oynuyorduk? Daha az mı “ben”dim, daha çok mu “ben”? Ya sen, daha az mı “sen”din, daha çok mu “sen”? Bunun devam edebileceğini düşünmek delilik miydi? Tekdüzelik ne zaman ve nerede başlayacaktı? Olası hatalarını, zayıf noktalarını, tehlikeli yanlarını keşfetmek için o kadar inceledim seni ama bulamadım, en ufak bir parça bulamadım. Bu âşık olduğum, kör, kör, kör olduğum anlamına geliyor. Sonsuza dek kör. […]

Şu anda gözlerinin ardına kadar açıldığını biliyorum. Asla inanmayacağın şeyler, bir daha yapmayacağın hareketler, bir daha yaşamayacağın acılar, şüpheler var artık. Şefkatinde ve zalimliğinde neredeyse suç denilebilecek bir kor ateş. Ne pişmanlık ne intikam; ne acı ne suçluluk. Yalnızca yaşamak, tadını aldığın ve istediğinde yeniden bulabileceğin çılgın bir umut, bir neşe değilse ne koruyabilir seni uçurumdan! […]

Hayat ve edebiyat iç içe geçmiş, aşksa dinamosu, sen bukalemun ruhunla bana bin türlü aşk sunuyorsun, hâlâ burada, hâlâ sağlam. İçinden geçtiğimiz fırtına ne olursa olsun, neredeyse her yerde kendimizi evimizde hissediyoruz. Her sabah görevimize kaldığımız yerden devam ediyoruz. Sen kendine olan güvenin günbegün artarak, istediğin zengin hayatını yaşıyorsun ve güvenin arttıkça beni daha çok istiyor, bana daha çok ihtiyaç hissediyorsun. Senin daha boğuk, daha genizden artık, gözlerin daha kara, kanın daha yoğun, bedenin daha dolgun. Şehvet dolu bir kölelik, zorbalık dolu bir ihtiyaç. Görülmedik düzeyde bilinçli, ölçüsüz bir zalimlik. Deneyimin sınırsız hazzı.

Henry Miller

20 Eylül 2014 Cumartesi

Bugün saçları ağarmış ve dökülmüş bir ihtiyar bana "Biz 68 kuşağıydık! 6. Filo'yu denize döken hani. Hafta sonları hep Taksim, Beyazıt meydan meydan dolaşırdık. Her hafta Kadıköy'de kavga olurdu orada kavga ederdik. Şimdi mücadele gençlerde, biz gençlerin önünü açtık sıra onlarda." dedi. İçimden "Siz kavgayı oluşturdunuz da bize bırakmadınız ki! Bak hâlâ kendinizi anlatıyorsunuz, bizim yaptıklarımızı göremiyorsunuz. Biz kendi kavgamızı oluşturduk." dedim. Ama dışımdan "Ooo ama biz bu gazla Halkevi'ni işgal ederiz bakın." deyip keh keh güldüm.

Annemin babası olan dedem, vakti zamanında annem mücadele içine girince "Biz(68 Kuşağı) yapamadık devrimi, siz mi yapacaksınız?" diye rencide etmiş. Annem ona bir cevap vermiş ama şuan hatırlamıyorum ne dediğini. Latin Amerikalı, muhtemelen Meksikalı bir adamın sözü vardı: Tecrübe yaşlıların gençleri elimine ettikleri bir argümandır cinsinden bir laf ediyor ve devam ediyor, tecrübesizlik bu tür konulara daha entelektüel bakış açısı kazandırabiliyor.

Babam, ben lisede mücadeleye girince "Şuan devrim yönünde bir rüzgâr yok, bu dönemde mücadeleyi böyle keskinleştirmek akıntıya karşı kürek çekmektir enerji kaybıdır." demişti. Ben de ona "O hâlde, biz bu rüzgârı yaratacağız baba." demiştim. 95'ten bu yana süregelen dönemin, 98'le 2006 arası, tam olarak olmasa da kayıp denilebilir. Fakat 95-98 ve 2006-günümüz süreci önemsenmelidir, önemsenecektir. Tarih, galipleri yazar. Brennus etmiş bu lafı, Roma'yı alaşağı ettiğinde Galyalı komutan. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi işgali, Ankara DTCF olayları, 98 yıl hapis cezaları... Daha sonra yumurtalama eylemleri, "çeviklere ısmarladım çay gele çay gele," "geliyorlar ellerinde mavi bayraklar," falan. Say say bitmez.

Bizler, bu nesil, eğer tarih sonuna 8 konulacaksa illâ 2008 kuşağı, kendi rüzgârımızı yaratıyoruz Türkiye'de.

Kaldırım taşlarının altındaki kumsalı görmek istiyoruz!
Daha güzel bir dünya mümkündür diyoruz!
Üreten biziz, yöneten de biz olacağız diyoruz!

İsyan var!

9 Eylül 2014 Salı

trenler, trenler, trenler çarpsın bana

ya da ben cezamı farklı şekillerde çekeyim. böyle olmasın ama. böylesini istemiyorum. bu olmaz, yasak olsun. lütfen.

bir cenaze evinde gülersin, sonra tek başına bir odaya kapanır herkes, sessiz sessiz ağlar. herkes, herkesin ağladığını bilir.

babanın babası ölürse, babanın babası öldüğünde, babanın gizlice ağladığını, hele ki onu üzdükten sonra görünce. bir de üstüne çok sevdiğini, pek sevdiğini, sevdiğini anlatamadığını üzünce.

gözlerim yanıyor, su tutuyorum geçmiyor.

yaraladım. yaralarınızdan öpmem gerekirken bir yara da ben açtım.

kendimi suçlamak da fayda değil. zarar hatta, acizlik. aciz değilim; ama suçluyum. fetva bana ait, basın mührü, cezamı çekeyim.