Bana “Kaybedeceğini bile bile neden hâlâ devam ediyorsun?” demişti. Aleni tahrik unsuru. Ona uzun bir cevap verdim. “Annem bezelye pişirmiş.” diyerek konuyu değiştirdi. Zaten en iyi becerdiği şey konu değiştirmekti.
Sakin, rüzgârsız bir bahar akşamında balkonda karşılıklı oturuyorduk. Gözleri uykuluydu. Tüm sevgimi ona dökmek istiyordum; ama henüz erkendi. Zaten sevmezdi böyle şeyleri. Ben de sevmezdim. Sevgiyi az, uzun yaşamak gerekiyordu. Yoksa her şey çabucak biter. Pudingi çay kaşığıyla yemek gibiydi.
“Bazen beni bu şehirde tutan hiçbir şey yok diye düşünüyorum Hikmet.”
“Gidelim o halde bu şehirden?”
“Ben gideyim bu şehirden.”
“Gidelim o halde bu şehirden?”
“Ben gideyim bu şehirden.”
Anlamamazlığa vermek de benim yeteneğim. Neler bulduğumu, ne kaybettiğimi hiç anlamamış gibi yaparım, karşımdakinin tepkisini merak etmek için.
“Anlıyorsun değil mi? Gitmek istiyorum. Sen anlarsın zaten, anla.”
Cevap vermedim. Vermek istemedim. O an sadece yalnız kalmak istedim, olmadı. Gitmek istiyordu, beni istemiyordu. Sonuçta hangi kadın beni ister diye düşünürken buluyordum kendimi. Annem bile evi terk ettiğimde ağlamamıştı. Aleni tahrik unsuru. Akvaryuma sıkışmış Japon balığı misali, tek kelime etmiyorduk. Uzağa bakıyordu, neye baktığına bakmak istemedim. Bazen böyledir, insan hiçbir şey yapmak istemiyor. Her şeyden bir anda vazgeçebiliyor insan. Ama vazgeçsek de değişmiyor yalanlar. Hep aynı şey, hep aynı Eylül akşamı havası. Fakat ben Eylül ayını sevmesem de, karşımda oturan kişinin Eylül olması beni iğrenç bir çelişkiye sürüklüyordu.
“Susma, bir şeyler söyle. Kelimelerle aran iyidir senin. Bir şeyler söyle, lanet olsun Hikmet susma!”
“Kelimelerle uğraşan birisi evliya olamaz.”
“Senden evliya olmanı istemiyorum. Bana bir şeyler söylemeni istiyorum.”
“Kelimelerle uğraşan birisi evliya olamaz.”
“Senden evliya olmanı istemiyorum. Bana bir şeyler söylemeni istiyorum.”
Tekrar bir suskunluk evresi. Bazen böyledir, insan ne çok konuşmak istese de susar. Bir şey yapamaz, elden bir şey gelmez. Sadece insan olmak vardır. Kapatılan bir otomobil kapısı bile o an benden daha konuşkan olacaktı. Çok sevdiğim dizinin 67. bölümünün sonunda çalan rock şarkının 10 saniyelik solosunu dinlediğimdeki hislerim canlandı tekrar. O izlemezdi, sevmezdi.
“Pekâlâ. Konuşma, bir şey söyleme. Böyle daha güzel. En azından daha çekilirsin.”
Hışımla kalkıp gitti. Dur diyemedim, bekle seni seviyorum gitmeni istemiyorum ne olur diyemedim. O an öyle uzun geçti ki, hani bir kurşun sıksalar beynime 7 günde varırdı hedefine. O an, öylesine derindi ki Tartarus Çukuru’nun dibindeki Hades’i bile kıskandırırdı. O an, öyle boktan bir andı ki, etkisinden aylarca çıkamadım. Hâlâ rüyalarıma girer.
O an ben bir sigara yaktım. Sigarayı içmem öylesine uzun sürdü ki, sanki sigara bitmemek için yemin etmişti. O an, sahne siyah beyazdı; ama gökyüzü kızıl. Öyle bir kızıl ki, sanki kan dökülmüş gibi. Şehrin karanlık sokakları bile kırmızıydı. Karşı balkonda patlıcan yemeği yiyen emekli Hidayet amcanın eşi Neriman teyzenin bembeyaz saçları bile kızıldı. O an her şey kızıldı. Sigaramın ucu da kırmızıydı. Duman da kırmızı.
Sokaktaki elektrik direğinin üzerinde bir serçe vardı. Eylül apartmandan çıkınca o da onunla beraber gitti. Sokaktan geçen arabalar bile hüzünlüydü. Hiç kimse korna çalmıyordu.
Küllük, elimin az ötesinde duruyordu. Gökyüzünde henüz hiçbir yıldız yoktu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
yapıştır!