8 Temmuz 2012 Pazar

Sıkıntı.


Canım çok sıkılıyor bana bir hikaye anlat. İçinde beyaz tavşanın, Ermeni gazetecinin ve  bir büyücünün bir barda oturup içki içtikleri geceyi anlatan bir bölüm olsun. Hikaye, uzun olması gerekmez. Bazen kısa hikayeler en fazla etkiler insanı. Hem belki hikaye uzarsa sıkılırım. Bana bir makale yaz ya da, çekip giden kadınlar hakkında master tezi hazırlamıştın değil mi? Çünkü sen de çekip giden bir kadındın. Hanımeli kokusunda olan sesinle, makaleni oku bana. Ses tonun çok hoşuma giderdi(bunu da ekle makalene, ses tonu güzel olan kadınlar en çok terk edenlerdir). 
Canın sıkılıyorsa sana seni anlatayım. Benim sorunum anlamak, her şeyi anlıyorum. Herkesi anlamayı görev edindim. En anlaşılmaz olayları bile, farklı bir bakış açısıyla anlıyorum. Seni de anlıyorum giden diğer bütün kadınları da. Hepinizin farklı farklı alıp veremedikleriniz vardı benle. Ama aslında tüm mesele, bendim. Ben gitmenize sebep oldum, ben gitmenize engel olacak hareketleri yapamadım. Ben, eğer gitmelere engel olacak sözleri söyleyebilseydim, önce çocukluğuma gitme derdim. 
Canım çok sıkılıyor şu yaz akşamında. Rüzgâr hafiften yüzümü okşuyor. İnsanların eli yazın nemli oluyor, yazın beni okşamalarını istemiyorum. Ama rüzgârın eli nemli değil. Yumuşak, kuru. Yüzümde yayılıyor eli. Rüzgârı şu sıralar insanlardan daha çok seviyorum. 
Canım çok sıkılıyor sabahları çünkü benim uyandığım saatte kimse uyanık olmuyor. Uyanık olanlarsa beni önemsemiyor. Benim canım çok sıkılıyor sabahları ve kahvaltının mutluluğunu alamıyorum. Çünkü annem domatesin üzerine kekik koymuyor. 
Benim canım, çok sıkılıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

yapıştır!