21 Ekim 2012 Pazar

Balıkçı.


Gittim bir banka oturdum, öylece yalnız. Denizi izledim karanlıkta. Şehrin uğultusu, dalgaların sesine karıştı, ben oturdum. Yalnızdım, sigaram vardı, ben vardım. Bir yaprak dökümü, bir deniz yükselmesi, med cezir allah kahretsin sen yoksun. Etraftan çiftler geçti kol kola. Ben bir sağıma baktım bir de soluma. Boşluk büyüdü, dayanılmaz bir hâl aldı. Uğultu yükseldi. Sigaram vardı, ben vardım. Bir de balıkçı vardı.
Balıkçı iyi adamdı. Bana içtiği biradan uzattı bir yudum aldım. Boğazım kurumuş, tekrar ıslandı. Sesi çatlaktı, tekel 2000 içiyordu. Oradan buradan konuştuk.
“Sigaraya ne zaman başladın?”
“Bir buçuk seneyi geçti.”
“Neden başladın?”
“Sen neden başladın?”
“Rakı içtim, efkâr bastı. Arkadaşım bir sigara uzattı. İçtim, boğazım kurudu. Tekrar rakı içtim. Rakı yüzünden başladım.”
Sesi çatlaktı balıkçının. Tam burnunun altındaki bıyıklar sigaradan sararmıştı. İyi adama benziyordu. Neyse konumuz bu değil. Bir ara ben de balık tutardım. 3-4 sene önce babamın bana aldığı oltayla beraber deniz kenarında avlanırdık. Yemi hazırladı, oltayı bana verdi.
“At bakalım, haydi rastgele.”
“Bu aralar pek şanslı değilim ama hadi bakalım.”
“Bırak şimdi şansı. Deniz kenarında balık avlarken, hayatında olan şansın yerini başkası alır. Ne zaman hayatta şansız olsam, o kadar çok balık tuttum.”
Ne okuduğumu sordu. Söyledim. Okuyamamış, zamanında okumak istemiş olmamış. Darbe döneminde lise terkmiş. Annem de darbe döneminde lise terk olanlardan. Sonra bir şekilde bitirip memur olabilmiş. Babam Balıkesir’de öğretmenlik yüksekokuluna gitmiş. Ecevit o dönemlerde solculara okulları açınca girebilmiş. Ama o da bitirememiş. Daha sonra bitirme sınavlarına girip Hakkari’ye atanmış.
“Adın neydi senin?”
“Can. Senin?”
“Hikmet. Sadece Can mı? Başka isim yok mu? Senin yaşındaki insanlar hep Ahmet Can, Ali Can gibi isimlerde.”
“Yok bende, sadece Can.”
“Peki sadece Can, sen gerçekten okulu bitirip işe gireceğine inanıyor musun?”
“Ben yazar olmak istiyorum.”
Gülümsedi, belki de yarası var bu konuyla ilgili sormadım. Sorsam da söylemezdi herhalde. İlk gittiğimde ben vardım, sigaram vardı. Şimdi ben varım, sigaram var, balıkçı var. Gitmek istediğimi söyledim.
“Ben hep burada olurum. Ara sıra gel, dertleşelim.”
Elini sıktım. Kocaman bir eli vardı. Yüzünde kocaman gülümsemesi de vardı. Gülerken gözleri kısılıyor, yanakları daha da belirginleşiyordu. Sanki filmlerdeki benzetilen Noel baba gibiydi. Ya da benim bir Noel babaya ihtiyacım vardı onu benzettim. Gitmeden söylediği sözler içime oturdu, hâlâ aklımda. Uzun süre unutamam sanırım.
“Bir kez âşık oldum. Âşık adamın hâlinden anlarım. Sen de âşıksın; ama kavuşamamışsın gibi. Hayat daha genç senin için. Ben çok geç kavuştum. Bir şekilde yaşıyoruz; ama mutluyum. Çünkü âşığım ona. O da beni sevmese gelmezdi peşimden ta Antalya’ya. Unut demiyorum, unutulmaz. Saçma. Öyle hani diyorlar ya ‘Ben seni unuttum başkasını seviyorum’ diye, yalan onlar onlara sakın inanma. Ama seni sevmeyen birini de sakın sevme, âşık olma. Genç adamsın, sakın yılma.”
Teşekkür ettim, rastgele dedim. Balıkçılara rastgele denir. Babamdan öğrendim. Eve gidene kadar bir sigara bitmeden ötekini yaktım. Düşündüm durdum. Yanımda kalem vardı. Duvara “Balıkçılar, en bilge keşişten daha faydalıdır.” yazdım. Sigaramı söndürüp havaya baktım. Gülümsedim, bugün benim geri kalan hayatımın ilk günü dedim. Ve seni hiç düşünmedim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

yapıştır!