30 Aralık 2011 Cuma

Tüm rasyonelliğimle seviyorum seni. Sen tüm dogmatikliğinl nefret ediyorsun benden.
Bu durumda saçmadır seni sevmem, ama tüm rasyonelliğimle seviyorum seni.

27 Aralık 2011 Salı

Şarabın bir dinde kutsal olup, diğerinde yasak sayılması biraz garip gelmiyor mu? Bana bunları yazdıran şarap mı? Yoksa üzümün ta kendisi mi? Şarap aslında sadece üzüm suyu mudur? Bilemiyorum. Hayatımda çok garip şeyler dönüyor.


Bunun cezası neyse
Çekilecek daha ne?



Bu kadına bayıldım ben!
İnkar etmeyeceğim, seni elmayı sevdiğim kadar sevmiyorum. Ve gene itiraf edeyim şarap içtim, kafam güzel. Çok içmiş olabilirim. Beni yargılama. Kişisel olan politiktir güzelim. Beni yargılama dedim; ama aslında o kadar çok isterdim ki beni şuan içmiş olmamdan dolayı yargılamanı. Her şeyden çok isterdim. Fark etmeden hayatım sen olmuşsun işte. 

20 Aralık 2011 Salı

Eski şeylerin bende açtığı yaralar çok derin. Bir şarkı, hatta bir fotoğraf. Unutlmayan yüz, espriler, konuşma şekli. Hayatımda hiç sevmediğim kadar birini sevmem, beni bırakıp gitmesi. Benim etkim yok mu bunda? Var tabi fazlasıyla. Ama kadın şunu bil ki ben seni hâlâ çok seviyorum. Ben sözümde duruyorum. Seni seviyorum.

12 Aralık 2011 Pazartesi

Her Temas İz Bırakır Elbet Tabi.


Doğmuş, doğmamış, hayallerde kalmış, çok küçükken ölmüş, tüm zorluklara karşı gelmiş… Bir annenin kucağında nefes bulmuş, adı var henüz kendi yok kızıma, tek bir sözle, tek bir gülümsemeyle tüm kara bulutları yok eden kız çocuklarına…
Adı var kendi yok doğmamış kızıma.

9 Aralık 2011 Cuma

Yahu ben ne manyak bir insanım? Moulin Rouge'u izledim. Niye izledim bilmiyorum. Belki de Ewan McGregor'dan dolayı, ya da müzikal olmasından dolayı. Güzel film yapmış adamlar hafız. All you need is love kısmında zaten bittim, öldüm, küllerimi doğuya doğru savurdum. The Show Must Go On söylediler yerimden zıpladım. Ama artık şöyle bir sorun var zaten Fransa hayallerim vardı, bir de üzerine özel olarak Moulin Rouge'u görme hayali de eklendi. Zalımsınız, hayınsınız...
Aha bu da Moulin Rouge...

5 Aralık 2011 Pazartesi

Babalar ve oğulları.


Babamı ilk defa gerçekten gülerken gördüğüm günü hatırlıyorum. Yaz günü bizi denize götürmesi için yalvarmıştık abimle. Müdür yardımcısı olunca yazları da çalışıyordu. Eve zaten yorgun geliyordu bir de biz üşüşünce başına iyiden tepesi atıyordu. Götüremeyeceğini söyledi. Moralimiz bozuldu tabi. Mahalledekiler maç yapmak için abimle beni çağırdı. Hemen çoraplarımız giydik abimle. Kapıya geldiğimizde çıkmadan anneme sordum:
“Ne yemek yapacaksın akşama?”
“Köfte ve pilav.”
Abim aşağıya çoktan inmiş bana sesleniyordu:
“Ulaş benim topumu da getir gelirken. Yedek topumuz olsun.” İçimden bunu yukarıdayken düşündü, sırf bana hizmet ettirmek için yapıyor demiştim. Gittim topu aldım. Maç bitti, hava karardı eve döndük. 8 yaşında bir çocuğun istediğini yerine getirmezseniz bazen çok sinirli olabiliyor. Annem pilavı pişirmiş, köfteleri pişirmeye başlamıştı. Abim duşa girdi hemen. Hıh! Büyük ya hemen eve girdi, suyu önce o içti, banyoya da önce o girdi! Oh ya?! Ne güzel dünya. Zaten bir sürü boş pozisyonda pas çıkarmadı bana. Hep kendisi gitti. Sen forvete git orada bekle, ben defansa da gideyim forvete de. En çok koşan zaten hep benim. Ekmeğe de ben giderim oldu ya! Başka?
Masanın yanındaki sandalyeye oturdum. Babam balkonda oturmuş, yaz melteminin esmesini bekliyordu. Bu aralar da evde grevden, sağcılık, solculuk gibi şeyleri konuşuyorlardı. Abime sormuştum bu sağcı solcu ne demek diye. Aptal işte o da bilmiyor. Sağ elini kullananlara sağcı sol elini kullananlara solcu deniyor demişti. Ben de “O zaman Hagi solcu.” demiştim. Galiba demişti.
Mutfağa göz gezdirdim, babam rakı doldurmuş. Sen misin beni denize götürmeyen. Sen beni denize götürmezsen ben de senin rakını saklarım, mantığını hemen devreye soktum. Anneme çaktırmadan rakıyı aldım ve salona kaçtım. Bizim koltuğun bir köşesi çeyrek çember şeklinde. Öyle olunca duvar köşesinde bir boşluk oluşuyor. Daha kimse keşfetmedi ama benim gizli karargahım orası. Oraya girdim elimde rakı bardağıyla. Beklemeye başladım.
Elimdeki beyaz iksirin garip bir kokusu var. Sanki üzüm gibi ama değil, görüntüsü süte benziyor; ama süt de değil. Garip. Daha önce hiç tadına da bakmadım. Bardağı kaldırdım dudağıma götürdüm. Müthiş yakıcı bir sıvı, tüm ağzımı ve boğazımı yaktı. Ama garip bir çekiciliği var. İlk yudumda suratımı buruşturdum evet ama sonra tekrar içmek istedim. Tekrar, tekrar, tekrar… O sırada abim banyodan çıkmış anneme beni soruyordu. Her yudumda burnumdan sanki gaz fışkırıyordu. Mükemmel bir şey. Tüm bardağı içtim… Ve sonra bir şeyler olmaya başladı. Bir cesaret… Bir karşı koyma güdüsü. Babama karşı çıkma isteği. Yerimden kalktım tırmandım ve indim… Evimizin salonu şöyle bir yalpa yaptı. Neye uğradığımı şaşırdım sanki denizde gidiyoruz. Bir sağa, bir sola. Konuşuyorum kendi kendime ama peltek sesler çıkarıyorum babamın yanına gittim:
“Şişşş… Babaaa, ne diyecem. Hagi solcu muymuş ya?”
“Ulaş ne bu halin?”
“Ya bi dur sen soruma cevap ver.”
“Oğlum ne oldu sana?”
“Yaa aman bee! İyi ki bir şey sorduk ha. Cevap versen ölürsün sanki. Rakını içtim var mı? He? Hep sen mi içeceksin? Allahım ya. Zaten geçen gün Galatasaray maçında hakem Hagi’ye kırmızı çıkardı. Kitabını sikeyim onun!”
Babam önce neye uğradığını şaşırdı. Tepki vermedi. Baktı ayakta duramıyorum, gülmeye başladı. Kahkahalarla ama. Gerçekten gülüyordu. Misafirlere yaptığı sahte gülüşlerden değil. Bas bayağı gülüyordu. Annem geldi ne oluyor diye, sonra abim. Babam gülmekten fırsat bulabildiği ölçüde anlattı. Ben sırıtıyordum “İhihihihi!” diye. Sonra hep beraber gülmeye başladık. Ben ayakta duramadım, oturdum güldüm. Ailece güldük. Tüm mahalle gülüşümüzle inledi. O gün babam kucakladı beni. Sarıldım, beni yatağıma yatırdı. Hayal meyal de olsa hatırlıyorum. Babamın başıma bir öpücük kondurup gitmesini de tabi.
Olaydan tam 10 sene sonra yaş günümde, 18. yaş günümde babamla bu anıyı hatırladık. Ergenlik başında babama ‘ayıkken’ karşı çıkışlarım, lise döneminde yaşadıklarım, 1 Mayıs’lara katılmam, babama ve kuşağına yeteri kadar cesur olmadıklarını söylemem gibi sebeplerden açılan aramız bu anıyla tekrar düzeldi. 10 yıl sonra tekrar sarhoş oldum. Bu kez babamla beraber. Ve ikimiz birlikte taşıdık birbirimizi. 10 yıl sonra tekrar babama sarıldım sıkıca.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Hepsi hikaye, hepsi kurmaca.
En çok da bir abimin olmasını isterdim. O zaman dünyanın bir taraflarına koyabilirdim.

1 Aralık 2011 Perşembe

Acaba hâlâ benim bloguma gizli gizli girip bakıyor, okuyor mudur? Niye baksın ki. Bak güzelim, işte artık tam senin dediğin anlamda "ayrıldık". Farkındasın tabi ki.
Neyse belki bir gün diye umuyorum.
O zaman belki daha iyi birisi olurum.
Ya da hiç beklememek en iyisi.
Seni hâlâ boğuyorum değil mi?
Lanet olsun zaten hiç beceremedim.
Neyse...