28 Şubat 2012 Salı

Sürgündeki delinin notları.

Sanki bir sürgün. Kelimeler, anlamları. Saçmalık. Sigara içmeye başladım. Bu ne kadar saçma bir şey değil mi? Ben sigara içiyorum. Birileri elime yakışmadığını söylüyor. Elime yakışsın diye içmiyorum. Niye içiyorum bilmiyorum. Sadece dedim ki bırakalım olsun. Her şey olacağı şekilde olsun. Sadece evrimleşelim. Bir Fight Club seansından sonra bu karara vardım evet. Lanet olsun hayat berbat. Pasif ve agresif yaşantımın küllerinden doğmak için belki de. İyi bir katil olabilir miyim? Bilmiyorum. Bildiğim tek şey hayatımın berbat seyrinde devam ettiği.

3 Şubat 2012 Cuma

Bunalımdaki Adamın Halleri


Yatağında sıçrayarak uyandı. Gözlerinin karanlığa alışması biraz uzun sürdü. Bunalımda olunca insan ne uyumak istiyor ne de uyanmak. Böyle aptalca bir karmaşanın içinde sürüklenip, ne yapacağını şaşırıyor. Sonra birden mutlu hissediyor, tekrar üzülüyor. Bunalımda olunca insan sadece uyumak istiyor aslında; ama beceremeyince kendini kötü hissediyor. 
Kalktı, evin içinde biraz yürüdü. Saate baktı, 04:12, el yordamıyla sigara paketini aradı. Buldu, içinden çakmağıyla beraber bir sigara çıkarttı. Balkonunun kapısını açtı çıktı dışarıya. Ayaz, yüzünü yaktı. Tek eliyle sigarasının ucunu rüzgara karşı koruyup çakmağı çaktı. İlk nefesi alması ile midesi bulandı. 4. kattan aşağıya kustu. Bunalımda olunca insanın canı hiçbir şey yapmak istemiyor. İçemediği sigarasını kusmuğunun üzerine doğru bıraktı, sigara rüzgarla birlikte savrulup sokaktaki ızgaranın üzerine geldi, durdu. Gene rüzgarla biraz sürüklenip, kanalizasyona karıştı.
Kapıyı kapatıp, olduğu yerde çöktü. Ellerini başının arasına alıp ağlamaya başladı. Son bir ayda yaşadığı kayıplar, küslükler… Sevgi ölmüştü, babası onu evinde istemiyordu. Kendini evine kapamıştı. Evden dışarıya sadece market ihtiyaçları için çıkıyordu. Parayı bir arkadaşı sağlıyordu, onun dışında da yaptığı bir şey yoktu. Günün uzun zamanını yatakta yatıp, Sevgi’nin olması gereken yere bakarak geçiriyordu. Boynu ağrıyınca kafasını tavana doğru çeviriyor, tavanı seyrediyordu. Tavana bakıp, beyazlıkta hayaller kuruyordu. İçinde Sevgi’nin, babasının olduğu bir piknik düşlüyordu. Sonra geçiyordu o mutlu hayaller. Bunalımda olunca insan mutlu bir şeyler görmek istemiyordu.
Haftalarca hiçbir şey yapmadığı için evi pislik götürüyordu. Temizlemek içinden gelmiyordu. İnsan bunalımda olunca hiçbir şey yapmak istemez. Bir kaç kez balkona çıkıp, kendini sokağa bırakmak istedi. Her seferinde parmaklıklara sıkı sıkı tutunduğu için atlayamadı. 
Bir gün, gene market ihtiyacını gidermek için markete gittiğinde alkol reyonunun önünden geçerken durdu. Parası iyiydi, viski ve sigara alıp marketten dışarı çıktı. Evine gidip tüm viskiyi içti. Son parça sigarasını içince ayağa kalktı. Kalkmasıyla oturması bir oldu. Alkol vücuduna işlemişti. Dünya gereğinden fazla dönüyor, bu da midesini bulandırıyordu. Güç bela kendini banyoya attı. Tuvalete eğilip öğürerek kustu. Kusunca dünya biraz aydınlandı. Beyaz fayanslarda, Sevgi’nin yüzünü gördü. Eğildi, daha yakından baktı. Burnunu değdirdi, soğuk olduğunu anlayınca hayalden gerçeği ayırdı. Küvete doğru gitti, sıcak suyu açtı küvetin dolmasını bekledi. Orada o halde ne kadar kaldı kendi de bilmiyordu. Su taşmış, evin diğer kısımlarına doğru ilerliyordu. Sonra birden musluğu kapatmayı akıl etti. Suyun sıcaklığına baktı, bir süre sonra sıcak su bittiği için akan soğuk su yüzünden ılıktı su. Aynanın önünden küçük canavarı eline alıp suyun içine girdi. Önce sol bileğini, sonra sağ bileğini kesip kırmızı sıvının suda gelinciklenmesini izledi. Gözleri kararırken son gördüğü ise Sevgi’nin gülümseyen yüzüydü.

Adam ve Kadın


Adam ve kadın tek kişilik yatakta birbirlerine sarılı halde yatıyorlardı. Güneş doğmuş, pencereden üzerilerine vuruyor. Toz zerrecikleri uçuşuyor. İkisi de o anın güzelliğinin tadına varıyordu. Kadın konuşmak istiyordu; ama anın güzelliğini de bozmak istemiyordu. Sonra cesaretini topladı:
“Kuşların kanatları… Maviye dokunuyor, sonra yanıyor ve kırmızı oluyor. Hepimiz ölüyoruz.”
“Peki ya kuşların kanatları ne renk?”
“Kuşlar saf, güzel, temiz ve doğal. Rengi de öyle beyaz olsun.”
“Beyaz saf mıdır gerçekten?”
“Değil midir?”
“Sence?”
“Ya da bize öğretilen odur.”
“Aynen öyle bize öğretilen odur. Peki soru şu: Bize öğretilen her şey doğru mudur?”
Kadın rahatsız olduğunu belirten bir şekilde kıpırdandı. Adam çetin cevizdi. Ne dese bir cevabı vardı. Aslında sevmez böyle adamları; ama onda onu çeken bir şey vardı. Adını koyamadığı bir şey. 
“Bazıları doğrudur.”
“Bence en saf renk kırmızıdır. Çünkü kan kırmızıdır.”
“Kan saf mıdır?”
“Değildir; ama saf yaşam için gereklidir. Ayrıca kan dolaşımın hızlıysa üşümezsin.”
“Ayaklarımda pek az dolaşıyor o vakit.”
Adam gülümsedi, kadının alnından öptü. Kadının yüzüne memnun bir gülümseme yayıldı ve konuştu:
“Ayakların üşürse rahat edemezsin. O halde kan rahatlamak için de gereklidir.”
“Rahatlamak için tek gereken bir öpücük bence.”
“Tek gereken olmamalı tanımı. O anın getirisine bağlı biraz bence. Bir çok şey gerekebilir rahatlamak için.”
“Tek ihtiyacımız küçük bir öpücük.”
“Ama evet sözüm yok, öpüşmek rahatlatır.”
Hafifçe yükselerek adamın dudaklarından öptü. Ayaklarının ısındığını hissetti. Açık pencereden giren sabah rüzgarı saçlarını havalandırdı. İkisinin de kalkmaya niyetleri yoktu. Kadın gene konuştu:
“Dudaklar ısınır, yürekler hızlanır nefesler karışır, öpücük hafif meşrep kafaların en güzel sebebidir.”
“Yürek hızlanırsa insanın hareketleri hızlanır. Buna adrenalin diyorlar. Hormonmuş sanırım.”
“Hormon mu?”
“Evet, biyolojik bir şey.”
“Ben edebiyat okudum bilmiyorum.”
Bu sefer adam kadını dudaklarından öptü. Hiçbir şeyi önemsemedikleri şu 20 dakika onlar için bir ömre bedeldi. O an, sadece o an ikisi birden mutluydular. Bir daha hiç olmadılar.