31 Mart 2012 Cumartesi

Canım acıyor, canım.

+ Burası için en güzel lafı Sadık Hoca söylemişti.
- Ne demişti?
+ Hayal kırıklığının başkenti demişti.

Materyalist adama aşkı sormayacaksın. Materyalist adama hayatla ilgili bir şey sorarsan bayar. Materyalist adama aşık olmayacaksın. Değişmez çünkü o. Ayrılacağın zaman “Çok değiştin Saffet.” dersen, “Ben hiç değişmedim. Önce neysem şimdi oyum. Değişen dünya.” gibi bir cevap alırsın. Materyalist adam konuşmaz fazla. Düşünür. Her şeyi materyalizme ve diyalektiğe bağlar. Materyalist adam, ayak uyduramazsan sıkıcıdır. Materyalist adamın aşkı sağlamdır; ama kalbi kırıldığında zordur dünya.

Materyalist adam aşık olduğunda kendiyle çeliştiğini düşünür. Aşk dünyevi bir şeydir. Materyalizme göre aşk sadece aptallık halidir. Materyalist adam kendisinin insan olduğunu unutur. Materyalist adam aslında yaşamaz.

Keşke materyalist olarak yetiştirmeseydin beni baba. Her şey daha güzel olurdu belki.

Haa… Doğru ya, ben kendim seçtim materyalist olmayı.

Dönüşü var mı bu işin?

Üç dal cigaram kalmış paketimde, karanfil alacak para yok cebimde. Hani hep hikayelerde kız kardelen, oğlan hercaidir ya, işte bu sefer oğlan kardelen, kız hercai menekşe. Yetebilsem sana keşke, ama işte tüm çabam, biliyorum, nafile. Hani diyorum sevsen beni gecede, yetmez ki kalem yetim kelimelere.

e’ler yarım kafiye.

Sabahın erken saatini severim. Hele bir de hava kapalıysa tam böyle karanlık gibi olan havayı diyorum. Sokak lambaları yanar hâlâ şehrin, ben dükkanımın önüne çıkartırım taburemi, sıkı sıkıya sarılırım örme yeleğime. Yoldan geçenleri seyrederken çayımı yudumlarım. Eskiden olsa işim olmadığından sokakları dolaşırdım gene böyle havalarda. Ama yaşlanınca insan oturmayı istiyor. Zaten adım atamıyorum da. Nereye gezeceğim? Evde de bekleyenim yok. Sanırım tavla oynamak böyle anlar için bulundu. Yalnız adamların yalnızlıklarını zar gibi ortaya atabilmeleri için. Çayımı aldım, geleni geçeni seyretmeye daldım. Sanki yaşlı olmanın verdiği görev mahalleye göz kulak olmakmış gibi, her hangi bir olaya karşı tetikte bekledim. Yaşlılar böyledir. Sırtlarında örme bir yelek, ellerinde çayları, kafalarında sekiz köşe kasketleriyle mahallenin demirbaşı gibidir. Mahalle bizden sorulur.

Evlenmedim ben hiç. Bir kere evlenmek istedim, başkasıyla evlendi. Üstelik ben onu it gibi severken. Öldüğünde bir hafta evimden dışarı çıkmadım. Dükkan öylece kapalı kaldı. Ah be kadın… O olsaydı evlenirdim elbet; ama olmadı. O günden sonra da hiç kimseye böyle yakınlık duyamadım. Kimi sevdiysem zaten başına bir şeyler oldu. Sevmeyi beceremiyorum herhalde.

Gençlik yıllarında babamla çok kavga ettim. Ben derdim ki “Güvenin bize belki de biz başaracağız bu devrimi!” o dedi ki “Biz yapamadık siz mi yapacaksınız!?”. Annem aramızda kalırdı hep. Severdim onu. Bir gün elimden kayıp gitti. Engelleyemedim ölmesini. Evde değildim, kavgalı olduğum için babamla gitmemiştim eve. Annem ölünce barıştık babamla. Ama o karısının hasretine dayanamadı. Tam ben onu yeniden sevmeye başlarken o da gitti. Hayatta kalan tek tutunacağım insan Cevdet’ti. Onu her şeyden çok severim. Hâlâ severim de belli etmem. Bir onu kaybetmedim sevdiklerimden. O da olmasa şu yıllar nasıl geçerdi? İyi ki varsın be adam! Çocukluğumu, gençliğimi, yaşlılığımı çeken adam…

Günün bu saatine bayılırım. Hele hava kapalıysa. Babam “Böyle havalarda çok güzel uyunur.” derdi. Uyunur mu baba bu havada? Güneşli gün gibi değildir bu hava. İnsan gölgeyi değil, sıcak bir odayı arar. Böyle günlerde içilen çayın zevkini hiçbir şey vermez bana.

29 Mart 2012 Perşembe

Evin iki farklı odasında, aynı şeyleri düşlerdik. Sen Tibet dağlarını gezmek, ben Sierra Maestra’yı gezmek isterdim. İkimiz farklı sigaraları içerken aynı insanları düşünürdük. Sen beni, ben seni. Senin başladığın cümleyi ben bitirirdim. Birbirimizi tamamlardık. Sonra sabah olurdu, ben gene uyanırdım.

13 Mart 2012 Salı

Ihlamur kaynattım kendime, sen de içersin belki diye suyu fazla koydum. Hani olur da gelirsin diye. Belki. Beyhude bekleyiş işte benimkisi. Olsun, seni bekleyip beraber ıhlamur içme fikri bile güzel.

9 Mart 2012 Cuma

The Smiths ve tren gibi şarkı adları.



Ben, berem, hırkam ve gözaltı morluklarım.
Ruj sürmüş gibi görünmesem daha iyiymiş.

Bir haftadır döndüre döndüre bu şarkıyı dinliyorum

Arto Tuncboyaciyan & Kardeş Türküler - Herkes Kendi Gördüğüne Doğru Der Ya

Olur ya hani

Olur ya hani evet dersin bana. Hayat bu belli mi olur? Olmaz da hani bir hataya düşer, evet dersin. Tekrar çocuk olsak, ilk kelimen benim adım olsa. İlk kez bakışsak, o an ölümsüzleşse. Olmaz mı, olur ya. Olur ya evet dersin aşkıma hani, belli olmaz. Olur ya bir Murat Menteş romanı okurken aklına gelirim. Nuh Tufan olurum, Fu olurum, Hayati Tehlike olurum kim bilir. Sen Dilara Dilemma olursun belki ya da Şebnem Şibumi. Olur ya “Korkma Ben Varım”ı okurken, aklına sigara yakmak gelir. Elin gider sigaraya, hadi bir de Polis’i izlemişsindir. Şarkıyı açar, dinlersin. Belki aklına düşerim, olmaz mı? Olur ya diyorum. Olmaz da, olur ya evet dersin bana. Sen de beni seversin hani, belli mi olur? Hayat bu güzelim. Ateş bacayı sarar da, bana gelmek istersin hani, olmaz mı? Olur da evet dersen bana, sana sıkı sıkı sarılıp, “Korkma ben varım.” diye fısıldarım.

8 Mart 2012 Perşembe

İnsan yeri geldiğinde "Benden bu kadar." diyebilmeli. Gereksiz ithamlardan, saçmalıklardan sıkıldım artık. Hiçbir şeyin önemi kalmadı. Hiçbir şeyin. O kadar ihtiyacım var ki sana, sen beni görmemek için adeta koşuyorsun. Çok saçma bir benzetme mi oldu? Yaparım ben böyle arada. Bıktım artık, benden bu kadar.

Evde oturduk, Someone Like You'nun notalarını çıkarıyoruz, piyano için.

4 Mart 2012 Pazar

Tahir ile Zühre Meselesi

Mesele ne sen olabilmekte, ne de ben. Mesele biz olabilmek bile değil. Tüm mesele sevmek ve karşılığında aynı derece sevilmek. İki insan olup, bir noktaya bakabilmek. Bana bunları yazdırabilmek. Sana bakabilmek, sende beni görüp gülümsemek. Bir sözü benim başlayıp, senin bitirmen. Birbirini tamamlayabilmek. Tüm mesele bundan ibaret.