28 Şubat 2016 Pazar

bir çapkın dilenci


Gidiş geliş aldığımız her bilet hüzün kokar, tortuludur. Tortular birikince can acıtmaya başlar hâliyle. Canımızın yanması bize yaşadığımızı hissettirir. Yaşıyoruz, koşuyoruz, düşüyoruz, dizimiz yaralanıyor. Yaralarımızı sarmaya merhem arıyoruz, merhem beğenmiyoruz.

"Yok, bana Novalgin verme, Majezik ver."
"E ikisi de ağrı kesici?"
"Etol Fort da iyi; ama burnumu kanatıyor."

Merhemden bol ne var dünyada? Belki su, sudan bol? Atomlar, atomlardan bol? Diye uzatırım ben. Uzatmayı severim, sündürürüm, biliyorsun. Sündürmekten hoşnut değilim ama. Bu beni sıkıyor, boğuyor. Canım acıyor, dizlerim hep yara... Yaralarımı taşımaktan hoşnut olmam beni ne yapar? Nereye koyar?

İnsanları üzüyorum. İnsanlar benim yüzümden üzülüyor. Bu beni kötü yapar mı?

21 Şubat 2016 Pazar

Ömrü baharımızda yaşamaktan başka direniş şekli yok leyli meccanim. Kelime seçimimde bir anlam var, gözüne soka soka vermek isterim bunu. Çünkü bunu senin anlamanı beklemek yoracaktır. Hoş, anlarsın sen, anlamalısın. Dünyayla olan bağın benden daha kuvvetli, köklerin daha sağlam. Ben her bahar yeşerip, yazın solan bir çayır bitkisi gibi hissediyorum, gölgene sığınmak. Benden ağaç olur mu? Yoksa ben kendimi çayır bitkisi sandığımdan mı bu hâldeyim? Ben ne yapıyorum...

Akşam oluyor, yağmur başlıyor. Gecenin bir vakti yağmur sanki benim üstüme yağıyor. Balkonda sigara içerken inadında yanmış uçlarıma düşüyor damlalar. Acıtıyor, ben merhem isterim su değil.

Canım sıkkın, canım dağınık, göğsüm ferah, canım acıyor, yağan yağmurla birlikte ferahladım; ama tam sönmedi yangın. Sönmesin. Taze tutarım, sen söndürürsün.

6 Şubat 2016 Cumartesi

Sonu olmayacağını bile bile kaç kere gider insan birisine? Birisine gitmek mi birisinden gitmek mi? Bu da mühim bir soru. Yazılarımda son birkaç yıldır hep soru soruyorum farkında mısın? Hep bir sürü soruyla geçiyor gidiyor. Mutlak olanla muğlak olan birbirine karışıyor çoğu zaman. Ne yaptığını bilmez hâlde davrandın mı? Dün gece Spotify'da bir şarkıyı açık bırakmışım, sabaha kadar çalmış, bilgisayar kapanmamış. Sabah kulaklıktan gelen sesi fark edince anladım. Sabaha kadar döndür dolaş aynı şarkı çalmış. Rüyamda da görmüştüm aynı şarkıyı. Siyah saçların alna düşmesinden, akşamın çökmesinden, bir gece sevip seher vakti bitmesinden bahsediyor. Ama bir gecelik ilişki gibi bir şey değil bu. Bir gece seveyim, seher vakti bitsin gizlice. Öyle bir şey işte. Yalvarıyor, sev biraz, sarıl biraz. Her şeyin sonu hüsranla bitebilir, olasılık dahilindedir, sonu olmayacağı ha keza öyle. Yani bu bilinecek bir şey değil, yaşanabilecek bir şey. O yüzden sonu olmayacağını bile bile her seferinde gelebilir insan. Şimdi anlıyorum, şimdi biliyorum. Ama bu her seferinde korkmayı gerektirmemeli. İnsan korkar, insan istemez, insan üzülür, insanın en çok içi acır. İnsan acıyla yoğrulur, sevgiyle çiçeklenir.

En güzel zamanları bana veren sana karşı bir özlemim var. Bu özlemi yitirme niyetinde hiç değilim. Sana karşı kendimi küçük düşürmek istemem. Korkma benden ne olursun. Sarhoş olup da mesaj atarak seni rahatsız edebileceğim bir hâle gelme. Sarhoş olup özleyeyim, hoş atamam da zaten. Bunları sana daha güzel söylemek isterdim. Çok yanlış anlaşılmaya müsait bir cümleler bütünü oldu. Yıldızlar elimi uzatsam tutacak gibi yakın. Ellerim uzansa sana da dokunabilirim, öyle yakınsın. Ama müzelerdeki gibi dokunmadan görmem gerekiyorsa eğer, senin isteğin olmadan dokunamam. Mumyalanmış bir kraliçe, Kleopatra mesela, dokunmama izin verirse ancak dokunabilirim. Çocukluk ederim, dokunmak isterim. Ama dokunamam. Çünkü şımarık değilim. İzin verirse sevebilirsin bir kediyi.

Konuş biraz, duy biraz...
"O zamanlar yorgun değildim. Kendi içimde gelişmiştim, ilk halim kaybolmuş başka bir şey olmuştum. Ben bir çekirdekken, yani yetişkin bir çekirdekken, gelişmemi bitirmiştim ve hareket edemezdim artık. Ama tam bir ağaç olmak istediğim zaman, eksikleri çok olan gelişmesi gereken körpe bir fideydim. Çok çalışmam ve gelişmem gerekiyordu. Yetişkin bir çekirdekle, eksik bir ağacın arasındaki farkı düşünüyordum. Yetişkin çekirdek bir çıkmazın içindedir. Aynı kalır, değişmezse çürür. Oysa eksiklikleri olan bir fidenin önünde çok güzel bir gelecek vardır. Her şey an be an değişir, değişimler birikir. Belli bir düzeye gelince, 'o' artık 'önceki' değildir. Başka bir şeydir artık..." ~Samed Behrengi, Bir Şeftali Bin Şeftali

4 Şubat 2016 Perşembe