31 Ocak 2012 Salı

29 Ocak 2012 Pazar

Domates Çorbası


Aynı yatakta, kapalı bir Pazar günü yan yana yatıyorlardı. Bir şarkı çalıyor, Fransızca-İngilizce birlikte. Kadın zayıf; ama yanakları güzel. Adam çok zayıf; yanakları güzel. Beraber yatıyorlar, konuşmadan. Pazar günü hava kapalıysa yapılacak en güzel şey yatmaktır. Kadın konuşmaya başladı
“Yorganı çekmesene.”
“Özür dilerim.”
“Bir de ayağını çek, çok soğuk ayağın.”
“Seninkiler çok sıcak da konuşuyorsun.”
“Seni seviyorum.”
Kadın kalktı, müziği kapattı. Adam yatmaya devam etti. Kadın konuştu:
“Akşama ne yiyelim?”
“Ne yiyebiliriz?”
“Hazır çorba var, pizza da söyleriz.”
“Hazır çorba mı?”
“Evet, mantarlı.”
“Domates çorbası yapabilir misin?”
“Yaparım elbette.”
“Yaparsan ben de markete giderim.”
“Sigara da al.”
Adam kalktı, boynundan öptü kadını. Üzerine büyük gelen paltosunu giydi ve dışarıya çıktı. Cebinde tek kalan sigarasını yaktı. Elini cebine attı, yuvarlak büyük bir şeye çarptı eli. Çıkardı bir tarafı ısırlmış elma. Dün geceden kalma büyük ihtimalle. İştahla yedi. Markete girdi. Ekmek ve sigara. Gözü çikolataların olduğu kısma kaydı. Kadın severdi. Öylece durarak düşündü gitti ve aldı. Kasaya okuttu. Dışarı çıktı sigara paketini açmadı. Kadın açmalıydı, kurallardan biri daha. Kural yıkmayı seven adam, bu kurala karşı çıkmıyordu. Kadın özeldi, önemliydi.
Bir bankta otururken tanışmıştı kadınla. Farklı kitapları okuyorlar, aynı müziği dinliyorlardı. Aynı müziğin olduğunu bir kaç ay sonra o günü konuşurken anlamışlardı. Birbirlerine sarılmışlardı.
Adam konuşmayı beceremezdi kadınlarla. Kadın konuşmuştu önce adamla. Adam, kadının cesaretlendirmesi ile konuşmuştu kadınla. Kadın “Benim cesur şövalyem.” demişti hafif alaylı. Adam mutlu olmuştu. Adam, kadını; kadın, adamı çok seviyordu. Söyleyince anlaşılmıyordu; ama birbirlerine bakışlarından belliydi. Kadın adama kitaplar almıştı. Adam kadına albümler. Aşk değildi bu, arkadaşlık. Arkadaşlıktan öte, aşktan önce. En güzel anlardı. İkisinin de aşık olmaya niyeti yoktu.
Aynı yatakta yatıyor; ama aynı yatakta sevişmiyorlardı. Sevişmemişlerdi. Kadın kavruk tenine değen siyah saçlarıyla çok güzeldi. Adam gülümsemesiyle çok yakışıklıydı. Yalnızca güldüğünde yakışıklı olan bir adam. Üzerine giydiği şeyler hep bol olan adam. Kadın adamda ne bulmuştu? Kadın, insanları sevmiyordu. Adam da sevmiyordu. Demokrasiydi onları buluşturan. İki aynı kafa, insanları sevmeyen iki insan birbirlerini seviyorlardı. Son tahlilde onlara insan demek saçma oluyor. Ama onlar buna aldırmıyor.
Adam, kadının bacağı kendine değdiğinde içinde bir fırtınanın koptuğunu hissediyordu. Bu durumun kökeni neydi acaba diye merak eder dururdu adam. Ama adam bunlara rağmen bir şey yapmıyordu, çünkü kadını kaybetmek istemiyordu. 
Kadın, adamın bacağı kendine değdiğinde çekmesini istemiyordu. Ama çek diyordu. Kadın, adamın tek sahibi olmak istiyordu. Kaldıkları evde ona sarılmak, dışarıya göndermemek, birlikte saatlerce aynı yatakta hiçbir şey yapmadan şarkı dinlemek istiyordu. Markete gönderirken bile içinde korkular yükseliyordu. Kim bilir, belki de ilk defa birini çok sevdiğindendir.
Adam geldi, kadın çorbayı hazırlamaya koyuldu. Çorbayı yaparken beraber sigara içtiler. Televizyon açıktı; ama sadece açık. Ses olsun diye. Konuşmadılar, çorbayı seyredip sigara içtiler. Beraber yapılan bir şeye duyulan sevgiyle sırıtmadan seyrettiler çorbayı. 
Kadın, adamın tabağına çorbayı koydu. Üzerine kendi eliyle rendelenmiş kaşarı döktü. Adam kadının yüzüne baktı. Kadın gülümsüyordu. Adam anlam veremedi. Çorbasını içti, kadına baktı. Çorbasını bitirip bir sigara yaktı. Kadın konuştu. Zaten hep kadın konuşurdu önce:
“Sigarayı azaltsak mı diyorum.”
“Sebep?”
“Bilmem öyle düşündüm, bir sebebi yok. Neden içiyoruz?”
“Bilmiyorum.”
“Cevap yok. Kalırsın öyle.”
“Sana çikolata aldım.”
Kadın gülümsedi ve bir sigara yaktı. Sofrayı beraber topladılar. Sonra yatağa geçtiler ve yattılar. Beraber tavanı seyrettiler. Kadın, dirsekleri üzerinde doğrulup adama doğru eğildi, yanağından öptü. Kadın konuştu:
“Mutlu rüyalar Can.”
“Mutlu rüyalar Sevgi.” 

27 Ocak 2012 Cuma

Yüksek Sadakat diyorum ne güzel diyorum. Aklımın iplerini diyorum saldım tutarsın bi ara.

26 Ocak 2012 Perşembe

Bazen babamın muayyen günü olduğunu düşünüyorum. Yani öyle davranıyor. Garip biraz.
Bulutlar diyorum, intihar diyorum da kime diyorum. Hep kendime hep kendime. Çok sıkılıyorum yahu birileri uyansın bir şeyler olsun yoksa çatlayacağım.
Bu gece sadece The Beatles dinleyeceğim. Dear Prudence ile başladım.

25 Ocak 2012 Çarşamba

Pablo


Pablo üzerine büyük gelen parkası ve siyah kasketi ile yolda yürüyordu. Sokağın köşesinde kendini bekleyen Alfredo’ya doğru yürüdü. Gece nemliydi ve Alfredo’nun içtiği kaçak tütün kokuyordu. Pablo yaklaşınca kasketinin ucundan tutup yukarıya kaldırdı:
“Tütün demek, ne oldu hazır sarılmış sigaralarla aranda bir sorun mu var?”
“Değişiklik iyidir.”
“Hiç sanmıyorum.”
Cebinden plakasını alıp bir sigara çıkardı, ağzının kenarına koydu ve ateşledi. İlk nefesle her şey daha berrak bir hale geldi. Alfredo, Pablo’nun gözünün içine bakıyordu. Pablo “Ne var?” dercesine bir hareket yaptı.
“Kararlı mısın Pablo? Biliyorsun kolay olmayacak kaçman bile gerekebilir.”
“Hayatımda hiç olmadığım kadar kararlıyım.”
“Bunu daha önce de söylemiştin.”
“Sahi mi? Ne zaman söyledim?”
“İki sene önce barda oturan kadınla tanışmak istediğini söylediğinde.”
“Sen iyi bir dostsun Alfredo.”
“Sen de öyle Pablo.”
Sarıldılar ve sigaraları bitene kadar konuşmaya devam ettiler. Pablo, elini selam verir gibi kaldırıp kasketinin ucuna dokundurdu. Elini cebine attı ve ilerledi. Önce sola döndü, düz gidip önünde insanların sigara içtiği ve bir kaç fahişenin müşteri beklediği bara girdi. Uzun zamandır bekliyordu bu anı ve hedefinin bu barda olacağına dair kesin bir bilgi almıştı.
“Bira.”
“Hemen efendim.”
Gerçekten de hemen getirdi birasını. Şaşılacak şey doğrusu. Hiçbir zaman bu kadar çabuk bira gelmezdi. Üzerinde durmadı, yudumlamaya başladı. Gece devam etti, Pablo bira içip barda çalan şarkıları dinledi. Hedefi kalkınca o da kalktı. Yavaş hareketlerle sarhoş gibi sallana sallana dışarı çıktı. Kasketini kafasına taktı, parkasının yakasını düzeltti ve bir sigara yaktı. Hedefi ilerledi, o da hedefini izledi. Tam loş bir sokağa geldiklerinde koşarak adamın yanına gitti. Adam bir anda beliren Pablo’yu görünce altına doldurdu.
“Sen şehrin tüm pisliği ve kötülüğünü barındıran kişisin. Sen yerel bir hainsin. Bizi, bizim gibileri asıl düşmana teslim ediyorsun. Seni şu an tutukluyorum.”
Cebinden tabancasını çıkardı ve adamın alnında dayadı. En tatlı sesiyle “Diz çök bayım,” dedi. Adam şaşkın bir halde söyleneni yaptı.
“Evet bayım tutuklusunuz ve burası, yani şehrin loş sokakları bizim mahkemelerimizdir. Bu geceki yargıcınız, gardiyanınız ve celladınız benim. Sizinle tanışmak güzeldi. Cezayi uygulamaya geçmek istiyorum. Yaptığınız tecavüzler, öldürttüğünüz güzel insanlar, babasız bıraktığınız çocuklar ve bilhassa dostum adına sizi ölüm cezasına çarptırıyorum. Herhangi bir son sözünüz var mı?”
“Merhamet et, sen insansın insani duygularınla hareket ediyorsun. Merhamet duygunu kullan yalvarırım.”
“Merhamet duygumu 8 yaşımda kaybettim. Ayrıca 8 yaşımdan itibaren masallara inanmıyorum. İyi geceler bayım.”
Kulakları sağır eden tek el silah sesi, yere yığılan adam. Islak kaldırımlara karışan kan, dünyadan eksilen kötü adamın kafatası parçaları. Sahne böyleydi. Ve Pablo üzerine büyük gelen parkası ve siyah kasketi ile gecenin karanlığına doğru ilerledi. Evine gidince direk uyudu. 
Çamur işte 

Bugünün planı:

  • Büyük Ev Ablukada dinleyerek çay ya da kahve içmek. Çay öncelik.
  • Tayyar Ahmet'in Sonsuz Sayısız Günleri ezberlenecek
  • Belki film izlenecek.
  • Bir şeyler yazılacak güzel şeyler nasıl nasıl şeyler bilmiyorum.
  • Zaman bulursam yemek yiyeceğim.
  • Kitap okumazsam kendimi affetmem.
Çok güzel yaşıyorum değil mi?
5 saatlik uyku olmuyor yahu. Yani en azından benim kendimi şartlandırmam lazım. Gözlerim yanıyor biraz. Onun dışında iyiyim. Yani sanırım iyiyim. İyi olmalıyım. Dün gece verdiğim karar hâlâ geçerli.
Tek söylemek istediğim şeyi, Emma Dancourt söylemiş. Ve bu sözü bu güzel kitabın başına yazılmış:
"Direnmek fiilini çok seviyorum.
Bizi hapsedene, önyargılara, aceleyle varılan yargılara, yargılama arzusuna, tek isteği açığa çıkmak olan içimizdeki kötüye, vazgeçme isteğine, kendini beğendirme ihtiyacına, başkasını kötüleyerek kendinden bahsetme ihtiyacına, modalara, tehlikeli hırslara, etrafımızı kuşatan karmaşaya direnmek.
Direnmek ve gülümsemek." ~Emma Dancourt.
İnsanlar var güzel insanlar. Ece, Ozan, Haydar, Melis. Bir kaç tanesinin de adını bilmiyorum. Güzel insanlar onlar. Benim hayatımda güzel insanlar var lan. Seviyorum onları. Muhabbetimiz çok olsa da az olsa da seviyorum. Güzel insanlar.
Uzun bir zaman sonra tekrar ağlıyorum. Bu sefer canım çok yandı ama. İnsanların benim hakkımda böyle düşünüyor olmasını hazmedemiyorum. Olmuyor. Ben böyle bir insan değilim. Lanet olsun ben böyle birisi değilim. Ben üzgünlüğümü asla bir şey uğruna kullanmadım lanet olsun insanları sevmiyorum. Ben ölmek istiyorum. İnsanların benim hakkımda böyle düşünmelerini istemiyorum. İnsanlar beni sevsin istedim sadece. Ama sonuç olarak ağlıyorum. The Cure haksız çıktı. Erkekler ağlar. Höyküre höyküre ağlar.
Aslında haklı o anonim. Niye fotoğrafını koyuyorsam oraya. Lanet olsun, tumblr güzel insanların olduğu güzel bir blog sitesi ama işte böyleleri olunca canım sıkılıyor. Zaten blogger'a gereken önemi vermediğimi düşündüm durdum hep. Neyse.
Tumblr'da aldığım tepkilerden dolayı bundan böyle buraya daha çok yazmaya karar verdim.

20 Ocak 2012 Cuma


Hiçbir şey yapmak istemiyorum. Telefonu çöpe atmak, tüm sosyal iletişimimi kesmek istiyorum. Kendimi sadece kitaplara vermek istiyorum. Artık rahatlamak istiyorum. Nefes alabilmeyi diliyorum. Dağ havası belki ne bileyim deniz havası yaramıyor bana belli. 
Kendimle iki gündür konuşamadık. Finallerim vardı. Bugün finallerim bitince gözlerimi kapatmayı akıl ettim. Daha ağzımı açamadan “Sigarayı bıraktım, artık içmiyorum.” dedi. Sevindim onun adına. Kendim adıma da tabi, içim kurum doluyordu resmen. “Senin sayende de çaya başladım.” gibisinden bir şeyler söyledi. “Çay iyidir, içmeye devam.” dedim. Gülümsedi. Bana gülümsemesi güzel bir şeydir değil mi?
Hiçbir şey zevk vermiyor, akşam doğum günü var gitmek istemiyorum. Hiçbir şey istemiyorum. Sadece kitap okumak, müzik dinlemek istiyorum.
Emekliye ayrılabilir miyim? Hırkamı, terliğimi giyip balkonda oturup mahalleyi seyretmek istiyorum sadece. Tek başıma.

14 Ocak 2012 Cumartesi

Allahım... Seni yerim. Seni seni seni... O nasıl güzel kğkodiiğğl, ipopotam demek. seni severken öldürürüm.

13 Ocak 2012 Cuma


Hiç düşünme hatta deneme. Anlayamazsın. Anlayabileceğin türden bir şey değil bu. Duygusal olarak iflas ettim. Anlayamazsın. Pollyanacılığın bir anlamı yok. Gerçekçi ol. Hayır seni sevmiyor. Bunu kabullen. Çıkar ilişkileri üzerine kurulu arkadaşlıkların hepsi sahte hepsi seni yaralamaya yönelik. Gerçek dostluklara yönel.
Sana bir şey söyleyeyim mi? Duymak ister misin? Sadece kayıtlarda bulunması açısından söylüyorum söyleyeceklerimi duymak istemiyorsun. Bunu okumaya tenezzül bile etmeyeceksin. Bencil ya da kendini beğenmiş birisi değilim. Böyle olmasını istemiyordum. Ben de normal bir insan gibi, normal bir yaşantı yaşamak isterdim. Aynaya bakınca gözlerimi, gözlerimin altını bilhassa suratımı gördükçe ürküyorum. Ambalajın her şey olduğu dünyada yaşlanmış hissediyorum.
Kişisel olan politiktir. Sana olan kişisel fikirlerimden diğer kimselerin etkilenmesi saçma olur.
60’larda yaşam, özellikle, gençlik yaşamı daha kolay ve güzelmiş. Alkol, ot ve seks. Barış.
Neyse akşam akşam gene.
Sadece kayıtlarda bulunması açısından söylüyorum sen artık benim için hiçbir şey ifade etmiyorsun. 

12 Ocak 2012 Perşembe

İlerde doğacak kızımı böyle yetiştireceğim.

Sırça Fanus

Romalı bir düşünüre nasıl ölmek istediğini sorduklarında damarlarını ılık banyo içinde kesip açacağını söylemişti. Bunun kolay olacağını sanıyordum. Küvete uzanıp bileklerimde çiçeklenen kızıllığın berrak suyun içinde dalga dalga kabarışını izleyerek gelincik rengi köpüklerin altına kayıp uykuya dalacaktım.


Ama iş bunu yapmaya gelince, bileğimin derisi öylesine beyaz ve savunmasız göründü ki gözüme, bir türlü yapamadım. Sanki asıl öldürmek istediğim şey o derinin altında ya da başparmağımın altında atan o ince mavi damarda değil, başka bir yerde, daha derinde, daha gizli ve ulaşması çok daha güç bir yerdeydi." ~Sylvia Plath, Sırça Fanus sf. 176

6 Ocak 2012 Cuma

Mutsuzum. Kafamın ağrımasının mutsuzluğumla bir ilgisi var mı merak ediyorum. Beynim bulanıyor sanırım kusacağım.Hipotalamus, bezlerin efendisidir. Sadece kayıtlarda bulunması açısından söylüyorum, dışarıda yağmur ve rüzgarın aynı anda olması canımı sıkıyor. Hiç sevmem fırtınalı havayı. İnsan sinir hücreleri ya hep ya hiç prensibine göre çalışırlar. Eşik değerin altındaki impulslara tepki vermez, eşik değerin üstündeki her impulsa aynı derecede tepki verir. Uykumu bölenleri, satırla doğramak istiyorum. Çok ama çok sinirliyim. Elime geçirdiğim bir tüfekle önüme çıkan tüm moronları öldüresim var. Paranoyak şizofreni tanısıyla yatırılmış bir hastayla tanışmalıyım. Beni ancak o anlar. Kırmızı filler gerçek, beni sevmiyorlar. Neden niye korkuyorum bilmiyorum. Giderek saçma bir hâl almaya başladım. İnsanlar giderek benden uzaklaşıyor. Sanırım sevmeyi beceremiyorum. Kimi sevdiysem gitti. Kimi sevdiysem bana düşman oldu. Ankara ülkemizin güzel bir şehridir; ama İzmir ondan daha güzeldir. 

4 Ocak 2012 Çarşamba

Otobüs yolculuklarında hep iki kenar vardır. Cam kenarı ile gam kenarı. Gam kenarlarında uyuyamam ben. Geçen gün de uyuyamadım. Sonrası zaten ölü gibi geçti günüm. Neyse karnım aç lan.

2 Ocak 2012 Pazartesi

Geçen gün yolda yürürken gene kendim kendime konuşurken buldum kendimi. Kendim kendime diyordu ki “Bana bir şans ver.” kendim kendime döndü ve şunu söyledi “Sana şans verdiğim için bu haldeyiz.” hak verdim kendime doğru konuşuyordu. Sonra ikisini birden kolundan tuttum eve götürdüm.
Az önce gene kendimle konuşmak için gözlerimi kapadım. Uzun bir yolculuktan sonra bulabildim kendimi. Kendimin yakasından tutup suratına doğru “Neden? Hepimiz özel değil miydik? Neden bu hale geldik?” diye bağırdım. Bana kızdı, tokat attı suratıma. Eli ağırdı kendimin yere yıkıldım. Bana tepeden bakarak “Hislerimizi sakladık. O yüzden oluyor bunlar.” dedi. Keşke bunu söyleyeceğine bir kere daha vursaydı. Daha az acıtırdı.
Dertler aynı aslında. Sadece yer ve zaman farklı. İnsanlar bana neden delirdiğimi sorduklarında onların kafalarını koparmak istiyorum. Benim söz söyleme hakkım yoktu. Söz söyledim, dinlemediler. Ben de içime attım her şeyi. İçime atınca da delirdim.
İsmail abi bir şey sorsam olur mu? Ben deliriyorum ya delirdiğim de benim için deliriyor mudur?