28 Ağustos 2013 Çarşamba

"Direnmek fiilini çok seviyorum.
Bizi hapsedene, önyargılara, aceleyle varılan yargılara, yargılama arzusuna, tek isteği açığa çıkmak olan içimizdeki kötüye, vazgeçme isteğine, kendini beğendirme ihtiyacına, başkasını kötüleyerek kendinen bahsetme ihtiyacına, modalara, tehlikeli hırslara, etrafımızı kuşatan karmaşaya direnmek.
Direnmek ve… gülümsemek." ~Emma Dancourt

Düzgün gitmeyen şeyler hakkında bir roman yazılması lazım. Düzgün gitmeyen derken yarım kalan şeylerden bahsediyorum. Bir iş düzgün gitmezse yarım kalır. Yarım kalan şeylerin acısı daha çok olur. Çünkü tam bir olay muhteviyatını çok daha kolay atlatabilirsin. Atlatamazsan da pek üzülme, tam şeyler çabuk kaybolur. Neyse konudan sapmak istemiyorum. Düzgün gitmeyen bir şeyle daha karşılaştım az önce. Zaten hep aklımdaydı, aklımdan çıktığı yoktu. Beni uzunca bunalım dönemimden neredeyse çıkaracak olan bir şahıs, olay, olgu ya da her ne sikimse işte. Dahası hayatımda hiç kıskanmadığım kadar kıskanıyorum. Olmayacağını bile bile kendimi kaptırmış olmamdan dolayı bir tokadı daha hak ediyorum. Orası ayrı. Ama şunu demem lazım, yoksa içimde kalıp beni bitirecek. Bir insanı acılı zamanında acısını paylaşarak tanıdıysanız, o insan yarım kalıyor. İnsanların yarım kalması; şarabın, sigaranın, yahut biranın yarım kalmasından daha berbat. Dayanamayacak duruma geldiğim zaman haber veririm. Yazamayacak hâle gelince, tekrar hatırlayacağım. Tekrar başa saracağım kaseti. İstemeye istemeye dinleyeceğim tekrar. Yarım kalacak gene; ama ben yine de tamamlanmasını umarak dinleyeceğim. Sonra? Sonrası karanlık. Önüm karanlık. Şimdi uyuyordur. O karanlık, sigaramın ucu aydınlık. Gerisi saçma sapan bir karanlığa gömülü. Bu kavga büyük ihtimalle son kavga olacak içimde. Ne bir kazanç ne bir alınganlık. Sadece pişmanlık.

25 Ağustos 2013 Pazar

Yara kabuğunu tırtıklayıp kanatmak rahatlatmıyor. Aksine her şeyi daha berbat ediyor güzelim. Bir yerden sonra acıya muhtaç kalıyorsun. Dirhem dirhem azalıyorsun. Azalmak da sorun değil aslında, kısıtlanıyorsun. Hapse girmek nasıl diye sorsalar verecek cevap bulamam. 

Ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya
Sana söyleyecek o kadar sözüm var ki. Nereden başlayacağımı bilmediğimden tüm şaşkınlığım. Sesim çatallaştı bugün, yarına gider belki. Gitsin, işe yaramıyor zaten şuan. Konu bu değil. Bir kaç gündür konu benim. Ne kadar ilginç olduğunu tahmin bile edemezsin. Konu hep başkaları olur genelde. Bir gün de seni konu edinelim sohbetimizde. Bunlar pek de önemli şeyler değil.
Uyuyor melekler gibi mışıl mışıl
Yaraştı hatuna gebelik.
Şiirsel terörizm ve osmos.
 
 

10 Haziran 2013 Pazartesi

Hacı sevmiyor ya. Kesin yani. Sevmediği belli.
Diren Gezi Parkı, Gezi Parkı çok güzel.

16 Nisan 2013 Salı

Her Temas İz Bırakır


Şehrin en güzel yerinde içki içiyorum. Kemer yolunun ışıkları vuruyor gözüme. Geçen seneki acıklı güzel günler düşüyor hatırıma. Denizin uğultusu var bir yandan. Ama gözüm sürekli aynı yere takılıyor.
Yaz geliyor aklıma, yazın geçtiğimiz dizeler geliyor. Öylesine güzel, sıcak, tatlı. Umursamaz, hatta uslanmaz dizeler. Diyorum ki “Ne güzeldir yollarda olmak şimdi.”
Nereden aklıma geldi bilmiyorum. Düşünmek de istemiyorum. Önemli de değil zaten. Ama Antalya, hep yazı hatırlatıyor. Belki de çocukken hep yaz vakti geldiğimden. Bilmiyorum, umursamıyorum.
Karanlığa doğru bir sigara yakıyorum, ne güzel bir duygu. Bir kaç martı geçiyor önümden. Küfrediyorum. Uçaklar normal seferinde. İstanbul buradan uçakla 45 dakika. Otobüsle 720 dakika. Ne manyakça bir keşif şu uçak. Bir bensem öyle düşünen, varsın idama mahkum edileyim. Yağlı urgan vız gelir.
Hayat kayboluyor bazen. Sen istesen de istemesen de. Çünkü hayata hükmedemezsin. Nasıl ki, Ölü Deniz’e gidecek bir kafileyi engelleyemezsin, onu da engelleyemezsin. Hayat, sen varken güzel.
Hayat, umursamazlar için bir ıstırap.
Istıraba katlanmak gelmiyor içimden.
Şehrin en güzel yerinde içiyorum.

4 Mart 2013 Pazartesi

Sait ile Faik’ten bahsetmiş miydim size? Onlar ikizdi. Sait ve Faik. Sait, Faik’e hep kızardı. Onu hırpalardı. Faik gıkını çıkarmazdı. Çok sigara içerdi Faik, bir gün öldü. O öldü diye, Sait ismini Sait Faik olarak değiştirip Faik’in hikâyelerini yazdı. Ona söyledim, bu yaptığın yanlış dedim. Beni Svevo’ya söylemekle tehdit etti. Sustum, korkardım ondan. Sonra yıllar sonra bir rakı masasında Sait de öldü karşımda. Ağladım. Sait Faik öldü diye değil. Sait ile Faik aslında ayrı ayrı öldüler diye ağladım. Kimse bilmezdi Sait’in bir kardeşi olduğunu. Ben bilirdim, Kafka bilirdi. Bir de Svevo bilirdi ama çaktırmazdı. Sait onun bildiğini bilmiyor-du. Geçmiş zamanda konuşmak o kadar güzel ki. Sait burada olsaydı keşke, Faik karşımda otursa sigara içseydi. Kardeşti onlar. Sait, Faik’i hep döverdi.

25 Şubat 2013 Pazartesi

İnsanın içi acır. En çok orası acır. Akıllı ol lan içi acır insanın. İçi acıdı mı aciz kalır. Adam olun lan. İnsanın içi acır. İnsanın içi acıdı mı cız eder bir şeyler. Ateşe değen et gibi olur insanın ciğeri. Öyle bir acı gelir. Yanık acısı üç gün üç gece geçmez hatta. Kağıt kesiğinden de beterdir yanık acısı. Kalp kesiği, kurşun yarası bir de yanık. Geçmez, izi kalır.

Lan oğlum akıllı ol lan akıllı. Kendine gel. Şş tamam. Kendine gel. 

“Ben gidiyorum.” der kadın, bin defa parçalanır yürek. Oysa ne müstesna bir ilişkidir o an ellerini tutup “Gitme.” diyebilmek. Diyemez insan, diyemezsin. O an “Gitme.” diyebilecek cesareti toplayabilen insan intihar edebilir. Öylesine cesur ve aptaldır.

Kar yağsın, yağmur yağsın. Gökyüzü boş durmasın, çalışsın. Âşıklar öpüşsün o durakta, aynı durakta. Benim soğuktan tir tir titreyip, gözyaşlarımın yağmura karıştığı o ıslak durakta. Bir buçuk saat boyunca otobüs beklediğim durakta, eve gidişi özlediğim o durakta. 

 Kendinize gelin lan. Tanımadan bilmeden yargılamak ne demek? Yalnızca o an gördüğünüze inanmak ne demek? İşin içerisini dışarısını öğrenin bir önce. Acele karar vermeyin. Akıllı olun.

7 Şubat 2013 Perşembe


Hain! Hain! Köpoğlu!
Rakı ve meze. Bilhassa kimsenin bilmediği mezeler. Pes tonda meyhane şarkıları çalan bir takım insanlar. Kafa sesine çıkmaktan korktuğu için kalın sesle söyleyen bir kadın şarkıcı.
Rakı ve meze. Bilhassa kimsenin bilmediği şarkılardan oluşan bir sofraymış, ve kimse o sofraya yaklaşmazmış. Hep tek başına içermiş adam. Ve hesabı öderken tek olurmuş haliyle. O bunu böyle istermiş belki, ama herkes bilirmiş, adamın en sevmediği şey yalnız kalmakmış hayatta. Sürekli oturmaktan kaba etleri ağrırmış. Ağır müziklerden hoşlanmaz, gazeteyi yalnızca Salı günleri alırmış. 
Meze ve şarkılar. Ama rakı, herkesin bildiği rakı. Yanında aynı derecede katılmış suyuyla duran iki kadeh. Sürekli kavuşmayı bekleyen sevdalılar gibiymiş rakıyla su. Rakıya kavuşunca, su bile kaybedermiş saflığını. Şehrin o yerinde, o kuytuda, su ne kadar saf kalabilir ki? 
Su ve rakı. Bilhassa, herkesin sevdiği türden bir masa örtüsü üzerinde. Ciğerinde yanan ateşe göre, pek de uzak değilmiş izmariti. Tüm kapalı alanlarda sigara içme yasağına rağmen, o meyhanede, o kurala uymazmış insanlar. Çünkü bilirlermiş ki, rakı masada bırakılıp sigara içmeye dışarı çıkılmazmış. Ayrıca, rakı kadehi öyle ele alınıp ayağa da kalkılmazmış. Çünkü rakı, masabaşı içkisidir. Bir masaya en güzel yakışan şey bir küllük ve bir kadeh rakıymış. 
Bir gün, bir sokak başında öldürmüşler yalnız adamı. Kimse yokmuş gene yanında. Ama istermiş o an yanında birinin olmasını. 
Saati beşe çeyrek kalaymış. Ve hava, kırmızıyı mavi geçiyormuş. 
960’ların başıymış tarih. Bir gün sonra, o öldükten, sokakta tanklar gezmeye başlamış…