28 Aralık 2016 Çarşamba

Şubadap Çocuk - Dinleyin Paragözler



"Kocaman bi kürek olsa
Bir de çalıdan süpürgem
Baştanbaşa dünyayı güzelce bi süpürsem ben"

Çocukların umudu ayakta tutuyor beni. Böyle güzel şeyler. Ne bileyim. Uçurtma uçacak. Umudum var. Baltalar elimizde dönemi bitti artık. Değil mi? Bitsin artık.

21 Aralık 2016 Çarşamba

Hadi, kafayı yiyelim mi birlikte?

Şimdi size birkaç fotoğraf sunacağım. Geceden beri kafayı yemek üzereyim çünkü. Yaşananlar beni bu noktaya getirdi. Biraz saçma ve patolojik görünebilirim oradan, biliyorum. Çünkü cidden patolojik bir vak'a bu.

Evet öncelikle dokuz8'in paylaştığı haber var elimizde. BUYRUOOOON EFENDİM


















Üzüldüm. Ne diyeyim üzüldüm. Allah başka dert vermesin kardeşim. Bizde mi? 2 haftada 2 bomba patladı, ülkenin en güvenlikli olması gereken başkentte, güvenlikten sorumlu birisi Büyükelçi öldürdü. Haa korkma hallettik biz onu ya, siz naptınız sunucu işini, gerçekten üzücü bir durum çünkü.

A-aaa hallettiniz mi? Gerçekten mutlu oldum. Çok sevindim. Dediğim gibi tek derdiniz bu olsun güzel kardeşim. Yapacak bir şey yok. Hayat adil değil; ama gene de hayat değil mi? Ölüm varsa hayat da var bu dünyada. Evet. Asıl bomba haberi sona sakladım. Çünkü DÜNYADA GÜZEL ŞEYLER DE OLUYOR HEYOOOOOO!

SAHRA ÇÖLÜ'NE TAM 37 YIL SONRA KAR YAĞDI. DÜNYADA GÜZEL ŞEYLER  DE OLUYOR: AMA BİZE OLMUYOR. Neyse, dün gece Şehmus Özer trafik kazasında öldü. Amedspor'un kaptanı. Çocuklar ölmesin, maça da gelebilsin diyen Şehmus. Beleştepe'de patlama oldu. Beleştepe ne güzel bir adlandıra değil mi? Halkın "ad verilmemiş olana ad verme" ustalığının parlak bir örneğidir. Biraz deniz manzarası, biraz Gazhane tarafındaki kalesi, biraz hayalgücü, biraz yasadışı keyif, biraz çoksesli uğultu, biraz toplumsal asabiyet, biraz bireysel tutku... Kaçak seyrin en özgürleştirici hâli Beleştepe. Beleştepe neresi biliyor musun; Haziran Ayaklanmasının, Sur'un, Kobanê'nin, 6. Filo'nun yankılarını taşıyan yerdir Beleştepe. Öyle işte. Gergin ve sinirli başladığım bir yazıyı böyle duygusal bitirmek istemezdim. İlk görüşte vurulduğum yerlerden biridir Beleştepe. Öyle. Ne yapalım, yaşayacağız muhakkak. 

İyi günler dilerim.

Yaşamak, görevdir yangın yerinde


Dün akşam yaşanan Rus Büyükelçi suikastı sırasında içeride olanların fotoğrafı. En sağdaki bıkkın suratlı adamın hâli, tüm memleketi özetler nitelikte. Üzerine neler neler yazılır o bakışın.

Yazalım o zaman. Ne var bu bakışta? Ülkenin başkentinde, en güvenli olması gereken yerde, bir sanat etkinliğinde yaşanabilecek en saçma olayın özeti var. Savaş çığırtkanlığının bıkkınlığı var. Ölümün, yaşamdan değerli tutulmasının bıkkınlığı var. Sokağa çıktığında "Acaba bir şey olmadan eve gidebilir miyim?" sorusunu sormanın utancı var. Metroda karşımızda oturan insanı içinden "Acaba bir şey yapar mı?" diye sorgulamanın bıkkınlığı ve utancı var. O bakışta ne var biliyor musunuz? Bir memleket özeti var. Harcı kanla karılmış, kanı kanla temizlemeye çalışanlarla iç içe yaşadığımızın özeti var.

Bize işte bu bıkkınlığı revâ gördüler. Ne yapalım, ölüm varsa hayat da var. Yaşanacak inadına. Çünkü ne diyor şarkıda: "Yaşamak, görevdir yangın yerinde."

Kardeş Türküler - Memleket Kokulu Yarim (Livaneli 50. Yıl Özel)



kırık dillerine meftun olduğum
saçına gül takılı yârim

19 Aralık 2016 Pazartesi

böyle olmak istiyorum bu aralar. imkânı yok, ama insan istiyor işte.
Yaşadıklarımdan bir şey öğrenmek için yaşamıyorum yaşadıklarımı. Bana bir şey öğretmesine gerek yok, bana bir şey öğretmesi gerekseydi eğer bunu yapardı. Buna göre hayatımı düzenleyemem. Ne olacak şimdi? Ağlayıp sızlanacağım, kendime acıyacağım. Ne olacak? Hiçbir şey. Geri getirmez, geri gelmez. Ben her şeyi bir kenara bırakmaya hazırım. Ezip geçebilirim, geçerim, geçtim daha önce. Sen bilmezsin, sen beni öyle görmedin hiçbir zaman. Çünkü ben artık yıkmaktan yoruldum.

Yıkılmak mevzusu ise bambaşka bir şey. Neyse, konu bu değil. Konu daha farklı, konu biraz basit. Şöyle düşünelim: Kalan yaşamımda yapacaklarım beni daha iyi ya da daha kötü bir insan yapacak mı? Bunları yapacaklarım mı belirler, yoksa nasıl bir insan olduğum mu yapacaklarımı? Bence ikincisi. Nasıl bir insan olduğun yaptıklarını belirler. Amaaan belki de en önemlisi filmde de dediği gibi bir şeyi nasıl yaptığın önemli. Kafam pek şuan bunu düşünmeye müsait değil. Başka sorunlarla boğuşuyorum.

Hiçbir umut kalmadığı zaman insan her şeyi yapabilecek gibi hissetmemeli. Bu umuda bağlı bir şey değil zaten. Her şeyi yapabilecek gücüm vardı benim. Şuan yok mu? Duruma bağlı. Enerji değişkendir. Potansiyel enerji, kinetik enerjiye dönüşebilir. Bu dönüşüm sırasında enerji kaybı olur; ama azımsanacak seviyededir. Isı. Konu saçma bir yere gidiyor mesele bu da değil. Can yangını insana neler neler yaptırır, bir bilsen.

Hadi, şimdi başka bir şey düşünelim. Siktir et düşünmeyelim. Ben düşünmek falan istemiyorum. Umutsuzum, gücüm var, enerjim potansiyel. Bir kıvılcım lazım bana.

Bir gün, bir duvara şunları yazacağım: KAYBEDENLER KAYBETTİ. Evet, kaybedenler kaybetti. Yapacak bir şey yok, hadi işine güzelim, ben buradayım. Benim yerim belli. Ben sana sırtımı dönmem, ben seni kötü anmam. Sen beni ne kadar kötü ansan da ben seni asla kötü anmam, andırmam. Hem kendime, hem sana saygısızlık yapamam. Yaşamana bak, ben seni uzaktan izlerim.

18 Aralık 2016 Pazar

Barış'ın İnci'ye sorduğu çok masum bir soru: "Neden uçmuyor İnci?"

Uçması için bir şey yok. Uçmayacak çünkü, İnci de biliyor uçmayacağını; ama ona rağmen "Uçar bir gün." diyor.

Uçamayacak, olmayacak. Bitkinim.

5 Aralık 2016 Pazartesi

Mahmure Hanım - Bir Çapkına Yangınım

Yakışıklı oğlum benim, özlemişim ne zamandır görüşmüyoruz.

Yaralandıktan sonra başka evde ikâmet etmesine karar verdik, kendine gelmiş. Çok sevindim. Umarım gece yanımda uyursun.
yok olmayacağım; yok, olmayacağım. gece soğuklarını özlemişim.

3 Aralık 2016 Cumartesi

bir rüya

Işıksız, bol araçlı bir yolda arabanın içinde, şoförün yanındaki koltuktayım. Polatlı yolu muhtemelen. Hava buz gibi, karşıdan vızır vızır araba geçiyor. Hırkadan ve kazaktan yapılmış bir ev ve evin içinde kıpkırmızı bir oda düşünüyorum o anda. Yanımdaki abi "Uyuma sakın sen uyursan ben de uyurum, kaza yaparız" diyor. Uyumaya niyetim yok soğuk uykumu alıp götürüyor zaten. Hava aydınlanmıyor bir türlü. Bir dinlenme tesisinde mola veriyoruz. Koca koca kamyonlar var sadece, yerdeki su birikintisi, buz birikintisine dönmüş. Kayıp düşmeye çalışıyorum; ama beceremiyorum. Tekrar yola koyuluyoruz. Hava sağ taraftan aydınlanmaya başlıyor. Muhteşem bir görüntü. Rüya gibi, bozkırın ortasında bu kadar güzel bir görüntü beklemiyorum. Hırkadan ev tekrar aklıma geliyor. Uyanıyorum.

2 Aralık 2016 Cuma

Ev arkadaşım haftanın altı günü eve gelmiyor. Evde haftanın altı günü tek başıma yaşıyorum. Bunun nasıl bir duygu olduğunu anladım, öğrendim, deneyimledim. Bu, biraz rahat. Kendini rahat hissediyorsun. Evde olduğu zaman diliminde de pek konuşmuyoruz etmiyoruz zaten; ama evde onun olması rahatımı bozuyor. Odamın kapısını kapatamıyorum(evet artık bir odam var, 10 ay sonra ilk defa bir odam var). Odam balkona açılıyor, perdelerim beyaz. Perdelerimi sevmiyorum. Bir yatağım yok. Çekyat attım odaya, çekyatta yatıyorum 10 aydır olduğu gibi. Gerek duymuyorum artık bir yatağa. Sırtım alıştı, ben alıştım. Okula gidiyorum, ders çalışıyorum, bunlar monoton bir düzene biniyor. Haftada bir gün dışarı çıkıyorum, okul haricinde. Pazartesileri koroya gidiyorum, koro çıkışı arkadaşlarımın olduğu bir mekana. Her hafta benim için dünyanın en güzel şarkısını çalıyorlar. Güzel; ama bu benim insanlarla çok görüştüğüm çok konuştuğum anlamına gelmiyor. Kediler de uğramaz oldu, Kordi, tatilde. Yaralandı, tedavisi sürüyor hâlâ. Derin, psikolojisi düzelmeyecek. Dün gece başka bir kediyle uyudum uzun zaman sonra. Yavru, elimi yara içinde bıraktı; ama sonunda guruldayarak uykuya daldı benimle. İlk defa sıcak hissettim kendimi bu soğukta.

Şimdi nereden başladım nereye geldim değil mi? Çok ilginç şeyler oluyor. Değil mi? Pek değil.

İnsan için en ufak bir cisim bile travma sebebi olabilir. Travma yaşamadım, hayır. Travma yaşayan bir arkadaşımı gördüm. Uzun zamandır görmediği bir akrabasını gördü. Ona okumayı yazmayı öğreten akrabası; ama akrabası onu tanımadı ya da biz öyle düşünüyoruz. Çünkü ona selam vermedi, akrabası olduğunu belirten bir şekilde. Çok ilginç ve gerilimli bir andı. Anlatamam tamamını. İlginçti işte. Biriktiriyorum hepsini içimde, birikiyor. Bana bir faydası olmayan şeyler bunlar. Faydasız şeyleri de biriktirmeyi severim. Sanırım bu yüzden Alzheimer olacağım. Tek korkum bu yönde. Aslında korku da denmez; ama bilinmezlik işte. Her şey aklımda, hiçbir şey gitmiyor. Her an, o anki sıcaklığında gözümün önünde. Anlatamam. Anlayabileceğinizi sanmıyorum.

Havalar soğudu, sıkı giyin. Atkısız çıkma dışarı.
Güzelim Gülten Ablam benim:

"Senin hiç haberin olmasa Senin hiç haberin olmaz ki Başlar biter kendi kendine o türkü"
Dönüş diye şahane bir film var. Türkan Şoray oynuyor 1972 yapımı. Her şeyin sarpa sardığı bir filmdir Dönüş. Ağır bir dram. İşte ilk o filmde duyulur Hasretinle Yandı Gönlüm, Seha Okuş'un mis gibi sesinden. Acı, insanı zinde tutmuyor. Acı çekmek özgürlük değil, esaret. Gülcan da işte o esaretin kurbanı.


Dinleyesin, güzeldir. Zaten bilinir, bir de bu sesten dinle.
selam edeceğim, selam duracağım. bugün kabuğumu sahipleniyorum. konuşmak istiyorum, konuşamıyorum kimseyle. olsun, tek ayakta kalırım. kalır mıyım?

"niye uçmuyor inci?"
"uçar bir gün."

1 Aralık 2016 Perşembe

her şeyi gömdüm, filizlenmesi için suluyorum. hadi bakalım. her şeyin sonunda ben kötü oluyorsam, kendimi değiştirmeli miyim?

14 Kasım 2016 Pazartesi

yaaağmuuuur yaaağsaaaa

Akıl sağlığımdan şüphe duymuyorum; ama bir sorun var eminim. Perşembe gecesiydi sanırım, Er ist wieder da isimli filmi izlerken kahkahalarla güldüm. Çok güzel filmmiş, izleyin kesinlikle. Sonra birden bir şey oldu. Deli gibi yağmur yağmaya başladı. Ben de pijamalarımla sokağa fırladım. Yağmurun altında kahkaha ata ata koştum. Sırılsıklam ıslandım ve hiç de sorun görmedim bunda. Sıcacık yatağımdan çıktım bir de. Garip, niye yazıyorum bilmiyorum. Yağmurun yağması havayı temizliyor. Bunu biliyorum. Perşembe gününden beri, günlerim iyi geçiyor. Korkuyorum. İnsan niye böyle bir varlık? Her şeyin altında bir bit yeniği aramak. İlginç. Cümle kuramadım.

Uyuyacağım, sınavlara çalışıyorum, kitaplara filmlere daldım tekrar. seniözledim Neyse işte. Sorun yok, gayet iyiyim. Merak etmeyin. Yağmurlar ve kırlangıçlar sizinle olsun.

27 Ekim 2016 Perşembe

Grup Yorum - Kırılan Enstrümanlar - Haklıyız Kazanacağız Klibi





Akacak kan; ama söktüğünüz çiçekler için. Tüylerim diken diken, gözümün önünde yerde parçalanmış Sardunyalar. Hesap vereceksiniz söktüğünüz her çiçek için.

26 Ekim 2016 Çarşamba

"Şermin kendini anlamaya zorladı:

Böyle anlarda hep olur. Yerinde kullanılan bir sözcük, rastgele yükselen bir şarkı, nasıl kavratır yaşamayı! Ne diyor radyodaki ses: Teamo te. Ne demek olabilir Teamo Te? 'Seni seviyorum, seni, seni, seni,' gibi bir şey. Hiç usanmadan, hep yineleyerek.

Dili bilmesek bile anlıyoruz, çünkü Akdeniz'in ortak dili bu. 'Dizboyu Papatyalar' anlamına da gelebilir, 'Daha yığınla çocuk var doğurulacak, yığınla çocuk bezi, don, erkek çorabı var yıkanacak' anlamına da. 'Seni seviyorum, hadi hoşça kal, bir gün o kıyı kahvesinde yanına çöküp dostça iki kadeh içebilme isteğim baskın geliyor,' anlamına da..."

22 Ekim 2016 Cumartesi

Durum raporu

Anlatamıyorum kendimi kimseye. Anlatmaya başlayınca dikkatleri dağılıyor fark ediyorum bunu. Bunu fark ettiğimden ötürü hevesim kaçıyor. Hevesim kaçınca canım sıkılıyor hâliyle. Balkona çıkmak istiyorum. Balkona çıkınca esiyor, serin, güzel-sanırım tek güzel şey- ve  bir sigara istiyor canım. Sigara içince boğazım kuruyor. Boğazım kuruyunca bir bira açıyorum. Bira açınca da anlatmak. Ve bunlar bir kısır döngüye dönüşecek diye korkuyorum. A4 yaprağın üstüne eğilip bir şeyler yazmak istiyorum. Kedi yaralandı, kediyi sevmek istiyorum. Tüm gece başında bekledim, çok kan kaybetti. Kanamasını ellerimle durdurdum. Zor bir geceydi, o gece sesine sığınmak istediğimi arayamadım. Çok koyuyor, artık acıtmıyor. Alıştı acıya. Acısa da biraz sonra hissizleşmeye başlıyor zaten. Kanım, akmayı keseli çok oldu. Yaraları koparmama rağmen(biliyorum, hiç sevmiyorsun bunu) kanamıyor. Yalnızlaştım, kendimi kapadım. Kuyuya geri dönüyorum. Çıkmaya değer bir şeyler olursa çıkacağım. Boş yere kuyudan çıkmak istemiyorum. Kaçıyorum kendimden, kendimi görmek istemiyorum.

Geçen gece 5 km yolu bir buçuk saatte yürüdüm. Üstelik sarhoştum. Canıma değsin.

7 Ekim 2016 Cuma

biraz mutlu oldum, Okan geldi, sabaha kadar konuştuk. bu kadarı bile yeterli

5 Ekim 2016 Çarşamba

"Yürüyorum
azarlanıyorum fışkıran başaklarla
iki bomba gibi taşıyorum koltuğumun altındaki bir çift somunu
hurdahaş bir sancıyla geçiyorum badem çiçekleri altından
gözlerim nemli değil
gözlerim namlu."

22 Eylül 2016 Perşembe

Hâlimi atsam denize, katran olur koca Akdeniz

Hayatımdan bir şey beklemiyorum şu saatten sonra. Beklentiye girersen memnun olmuyorsun. Hoş, hiçbir şeyden beklenti ummadım. Beklenti ile hayali karıştırdım. Tamam, kabul ediyorum, hatalıyım. Evet, sizin istediğiniz gibi olamadım hiçbir zaman. Babamın istediği evlat olamadım, senin istediğin insan olamadım, ev arkadaşımın istediği ev arkadaşı olamadım, dedemin istediği torunu olamadım, babaannem bile beni istememiş zamanında, neyden bahsediyoruz. Hocaların istediği gibi bir öğrenci olamadım, belki saçma sapan bir abiyim, saçma sapan ayyaş bir kardeşim. Ama bunların hepsi benim suçummuş gibi davranılmasını istemiyorum artık. Üstüme gelmeyin artık. Benim de bir tahammül sınırım var. Benim de bir patlama noktam var. BEN DE ÜZÜLEBİLİYORUM BİLİYOR MUSUNUZ?

Kimseden bir şey beklemiyorum.
Alarm istemiyorum,
Sürpriz istemiyorum.
Lütfen.

İstemiyorum, güvenimi cam fanusta saklamak istemiyorum. Güven, zor kurulan kolay yıkılan bir şey. Evet, çok güven yıktım. İsteyerek değildi. Yıktığımın farkında değildim. Neyse, bu başka bir konu.

Kimsenin istediği gibi bir kişi olma niyetinde değilim. Sakin, sessiz bir hayat... Meh, kimi kandırıyorum. Yok öyle sessiz sakin bir yer. Her yer gürültü, her yer cam kırığı. Alarm istemiyorum, sürpriz istemiyorum.

Ama çıkacak bir sürpriz daha eminim.

20 Eylül 2016 Salı

yarın sabah ters bir adım atsam, ayağım kaysa banyoda, yahut taşa takılsa ayağım

15 Eylül 2016 Perşembe

Fakat sevgili Marmara, yakınların en güzeli nasıl olur? Yaşasan bana anlatsan keşke. Marmara'yı çok seviyorum, yaşasa o da beni sever miydi?

Alka-Seltzer Etkisi

İçinden çıkılamaz bir boşluğa düşünce insan ne yapacağını şaşırıp on onbeş işe girişebiliyor ya da sadece ben böyleyim. Bir redaksiyon işi aldım kişisel gelişim kitabı, bir v-log'ta seslendirme teklifi aldım, inanır mısın menajerlik teklifi bile aldım şaka değil. Bir haftadır yoğun bir düğünle uğraşıyorum. Düğünlerin adamı Can Erdem derdin. Neyse mesele bu değil. Amcamın oğlu evlendi, efsane düğün yaptık. Bir evde 10 erkek Endüstri Meslek Lisesi kıvamında takıldık, sabaha kadar rakılar biralar. Bir ara beni dövecek gibi oldular hatta hüzünlendim diye. Neyse, bu da mesele değil. Meselenin biraz da benden yana olan tarafına bakmak istiyorum.

Bendeniz efendim, naçizane bir kum torbasıyım. Darbeleri absorbe etmek gibi bir görev yüklenmiş bana. Bendeniz, naçizane bir dert fanusuyum. Herkes, dertlendiğinde derdini içime üflesin diye yapılmışım. Bendeniz saygıdeğer efendim, naçizane bir süngerim. Sıvıları içimde tutup sızmasını önlemek, etrafı temizlemek gibi bir görevim var. Bendeniz, sâkiyim. Boş bardak görmeye dayanamam. Bendeniz, günah keçisiyim. Varsa bir günahınız, sırtıma kına gibi nakış nakış ekleyin, gözümü kırpmam yatarım bıçağın altına kurbanlık koç gibi.

Aslında mesele bunlar da değil. Bunların böyle olmadığını ben de biliyorum. Kimseye kızgın değilim, herkese üzgünüm. Babamın bana herkesin ortasında yok yere bağırıp çağırmasına, amcamın gene bana herkesin içinde bağırmasına, sinirlenenin bana patlamasına; ama benim patlamama izin verilmemesine, başımdaki akşamdan kalmalığa üzgünüm. Üzgünüm, tüm olanlara.

2 hafta boyunca her gece içip sahilde gitarla şarkılar çalan arkadaşa eşlik ettim. Her gece boğazım patlayana kadar bağırdım aynı dizeyi aynı sesle: "Şiirlerle, şarkılarla, kendini avutacaksın." Avutmadım. İnsanlara avutacaksın diye öğüt veren Mungan'a da üzgünüm. O ufacık konuşmamızda ağzımıza sıçmıştı, ondan. Ben ne içindeyim çemberin ne de dışında. Çemberi kırmak istiyorum. Beni bir şey sınırlandırmasın, çember gibi harika bir geometrik şekil bile olsa.

Kırgın, yorgun, uykusuzum. Keyfim? Gayet yerinde; ama merak etme uzun sürmez. Her sabah bir tablet Alca-Seltzer...

8 Eylül 2016 Perşembe





"kadıköy'den istanbul'a ilk avare akşamlar

annem babam beni çok

alnımda ergenlikler, ilk aşkı müjdelermiş

annem babam beni çok"

31 Ağustos 2016 Çarşamba

parmaklarımın ucu acıdı, kan akmadı, içki bitti. ne yapayım

23 Ağustos 2016 Salı

"Celâl ne yaptım ben sana?"
"Ateş nasıl yaktığını bilmez ki..."

19 Ağustos 2016 Cuma

Herkesten mi soyutlandım, ne oldum? Bak burada bir kavşakta bekliyorum. Öyle bir yerdeyim ki, geriye de ileriye de gidilmiyor. Saçma sapan bir yerde kaldım. Etrafa gülüyorum, espri yapıyorum, saklıyorum çürümüşlüğümü. Çürümek, yani katabolizma(yıkım) hızının anabolizma(yapım) hızından fazla olması, yani yaşlanmak. Çürümek ve yaşlanmak bu ikisini düşünüyorum bolca. Bir gitar tonundan daha ne kadar hoşlanabilirim? Yaşlanmak bu hoşlanmamı giderir mi? Üstelik ilk dinleyişimin üzerinden 10 sene geçmiş. Bambaşka bir şey bu. Hayatın geçip gitmesi, zamana hükmedememe hâli. Zamana kim hükmedebilir ki? Bak bu cümle çok güzel bir filmin ve romanın giriş cümlesidir. Ben girişlerden bıktım artık. Yeni bir giriş istemiyorum. Var olanı devam ettirmek istiyorum. Devam etsin, giriş olmasın, bitmesin, kafam rahat olsun biraz.

Ama olmuyor. Neyse, olur bir gün.

15 Ağustos 2016 Pazartesi

Durdum kendimi şöyle bir süzdüm, yaşanacak ne kaldı diye. Çok var; ama hiçbirini yazmayacağım buraya. Durdum balkonda, dışarıyı seyrettim. Bir sürü kedi var, iki tane de yavru kedi. Çağırdım gelmedi, bir de ona üzüldüm. Kafamı kaldıramadım bugün yukarı. Boynum ağrıyor, kaldıramadım. Sırtıma dokunamadım bugün, uzak noktalara erişemedim. Kendimi kırdım, boynumu büktüm, oturdum kaldım. Kıçım koltuğa yapıştı, yaşadım.
Bırakın, kanım aksın akarsa.
Bırakın şuracıkta aha şu koltukta ruhumu salıvereyim yedi semaya. Yedi sema gürlesin. Ben tanrı değilim kün deyince var eyleyeyim on sekiz bin alemi. Bırakayım, kün demek başkalarına düşsün. Ben başka şeyler söyleyeyim.
Olsun, onu da çok görün.

Aynanın önünde durdum, hilkat garibesi gördüm. Olmaz böyle.

14 Ağustos 2016 Pazar

"keşke gölgesine razı bir fesleğen olaydım."

fesleğen güneş sever sevgili madak, niye parçalıyorsun bizi

9 Ağustos 2016 Salı

hadi geceyi dört yerinden bıçaklayalım bu gece
duvara bir slogan yazalım
şiir dizesi de olur canım
sonuçta şiirler de bazen slogan içerir
şehrin üstünden vapur geçsin
denize uçak insin
otomobiller olduğu yerde kalsın
hadi gel biz seninle geceyi dört yerinden bıçaklayalım

bir balık yakalayalım sonra geri salalım onu
yaşamak için öldürmeyelim
öldürmek için de yaşamayalım
ne saçma bir dilemma oldu bu böyle
gecenin içinde bir meksika açmazı
gecenin üçünde bir bira açmalı
hadi artık, geceyi dört yerinden bıçaklayalım

canımızı sıkan şeylerin bir listesini yapalım kağıda
sonra yakalım onu,
ateşinde ısınalım canımızı sıkan şeylerin
böyle olmalı bu, başka türlüsü saçma
insan hayata tutunmalı
insan hayatına tutundurmalı
gece örter günahımızı
hadi gel geceye dört bir yanından tutunalım

hadi gel bu gece beni dört yerimden bıçakla
birincisini sırtıma vur, dinmeyen ağrısı geçer belki
hem daha dik, daha gür dururum
hem bu kadar ışık niye bu dünyada
hem bu şehirler geceleri neden hep turuncu
ikincisini şakaklarıma vur, düşünceler geceleri uyutmuyor çünkü
bir keresinde dişçiye de şakaklarıma vur demiştim
aynı şey değildi, merak etme
hem olsa da, sana söylerkenki isteğim daha farklı, hatırla
üçüncüsünü göğsüme vur
sırtımla olan ağırlık dengelensin
kanımdaki ağır metalleri ölçeriz hem belki
olur da fazlaca arsenik çıkarsa diye
musluk suyu içmek istemiyorum
son bıçağını da yüzüme vur
silinmesin izi. kalmasın bıçak suratımda
suratımda bıçakla nasıl öperim seni
ama silinmesin izi, aynaya bakınca hatırlayayım
hatırladıkça acı çekeyim biraz daha
acımı dindirmek için bir şişe daha
"bana bi' de peynir tabağı yapsana?"
sonra bir yudum acı, bir yurdum palavra
yurdum evet, harf hatası yok
her şey tam olması gereken yerde
sadece sen değilsin
ayletme, gel beri
deliyim

6 Ağustos 2016 Cumartesi

Sırtlanalım acılarımızı, götürüp en yakın kıyıya bırakalım. Biraz dinlenelim, kendimize gelelim. Şüphelerim yok, kamyonlar geçiyor bu saatte biliyorum. Yola inip onların geçişini izledim. Saklanacak köşe yok, Kuracağımız yastıktan evin duvarlarından başka saklanacak yer yok. Saklanmak da kötü kelime. Sığınmak diyelim mi? Bu gece canımın acısı dayanılmazlığa ulaştı. Birkaç sefer daha böyle olmuştu. Olsun, acısın. 

5 Ağustos 2016 Cuma

3 Ağustos 2016 Çarşamba

1 Ağustos 2016 Pazartesi

"Körsem,
Senden gayrısına yoksam,       
Bozuksam,
Can benim, düş benim,
Ellere nesi?
Hadi gel,
Ay karanlık..."
"aysız gecelerde
kumrular ağlar
içimde
söz, düşsek de
uzakların yoluna
öleceğiz
doğduğumuz toprakta"

31 Temmuz 2016 Pazar

Son 4 gündür bir şeyin farkına vardım. Çok önceden anlamam gereken bir şeydi çünkü sürekli bu konuda uyarıldım. Dinlemedim, ne olacak ki dedim. Bir kez daha pişmanlıklarla karşınızdayım, sevgiler.

Etrafımda bu kadar çok kişinin olmasını iyi bir şey sanmıştım. Sanki bu beni o korktuğum yalnızlık kıskacından çıkaracaktı; ama bugün şunu fark ettim, senin dışında bu çaresizlik içinde arayabileceğim kimse yokmuş. Hani "N'aber nasılsın?" diye arayanım bile olmadığını fark ettim. İnsanlar işi düşünce arıyor beni. Öylesine sırf konuşmak istediği için arayan bir arkadaşım yokmuş. insan bu ruh hâlinden nasıl kurtulur?

Filmlerdeki gibi çöktüm kapının dibine neden bilmem, pencereden görmesinler diye belki. Annemi aradım misafir varmış fazla konuşamadık. Kimseyi arayamadım. Seni aradım yalnızca, herkesten kaçıp sana sığınmak var içimde gayrı başka bir şey yok. Umurumda değil yıkacağım köprüler. Yıkılsın, üzülürüm en fazla. Sonra? Yok. Cevap yok. Kalakalıyorsun öyle.

Üzüntülerimden kaçmak istemiyorum. Ben neden düzeltemiyorum? Anteni düzelttim derken regülatör bozuluyor. Oradan transistör hata veriyor. Hop bir bakmışım açma kapama düğmesini bozmuşum. Sonra hepsi bir olup kafamda birikiyorlar. Tekrar 15 yaşında gibi hissediyorum. Oysa büyüdüm, bunlar saçma şeyler. Yoksa bunun 15 yaşla alakası yok mu? Yoksa bu sadece büyümek mi? Büyümenin getirdiği büyük dünyanın, yeni sorunların bir yansıması mı? Ben korkak mıyım?

Sıralanır sorular, soru çok. Cevap yok. Ama hayır güçlü olacağım. Kendime sözüm var, sana sözüm var. Güçlü olmalıyım. Kimse istemez sözünü tutmayan birini. Kimse güvenmez. Kimse sevgiyle sarılmaz sözünü tutmayan birine. Yaşamak bu galiba. Bir yaştan sonra böyle oluyor. Kabullenmeli mi? Hayır, direnmeli. Entropiye yenik düşmemeli. Sağlam durmalı hayatta. Hah, çok saçma bir cümle oldu. Çok sert bir rüzgâr estiğinde buğdaylar ayakta kalır, yıllanmış sert duran ceviz devrilir. Kafam karıştı. En azından elini uzatsan?

Bugün canım sıkkın, moralim çökük, annemi özledim, babamı özledim, seni özledim dağda birikmiş çığ gibi. Gel birlikte bağıralım özlem çığına, düşüşünü izleyelim beraber. Serinliğinde dinlenelim, kokunla uykuya dalayım. Yeraltındaki tanrılar sesime kulak verip yeri titretsinler. Bir şey olsun şu dünyada, kolumdaki çürük iyileşsin. Göğsümdeki yangına üfleme ne olursun, su ver. Konuş biraz.

14 Temmuz 2016 Perşembe

Üzerimde yaz hüznü, bir buruk gece nedense. Oysa buruk olmamı gerektiren hiçbir şey yok. Var da, yok, olmaz öyle, güçlü olmalı insan canım. Biz neleri neleri gördük kısacık zamanda. Bugün biraz buruğum, uzun zamandır yazmadım. Yazarım.

21 Mayıs 2016 Cumartesi

kelâm

Birbirini tamamlayan iki nefes arası kadar bir zaman diliminde yaşanabilecek onca şey var. Bir çoğunu yaşadım. Yorgunluğum bundan mı? Vücudum yorgun, aklım dingin. Aklım uzaklaştıkça uçuyor. Güneşin doğuşu ilgimi pek çekmiyor o saatlerde, seni izliyordum hep. Daha güzelsin, daha sıcak. Günün o saati, güneş doğarken, güneş bile bu kadar sıcak değil. Gözlerimin yangını, senden bana yükselen sıcaklık mı? 

Bir süre sonra, koca bir doğru parçası, bir nokta hâlini alıyor.
Bir süre sonra, koskoca iki insan, tek oluyor. Kirişler inecek hâlimiz yok, zamanımız da. Dik durmak için desteğe ihtiyacımız varsa eğer, birbirimize sırt dayamak var. Sırtımızdan âlâ destek mi var? 

Hadi, daya sırtını bana, at kolunu omzuma, bas ayaklarınla yüksel. Korkma ben tutuyorum seni, bisiklet sürmeyi öğrenen çocuğu tutan ebeveyn gibi. Yaşayacağız inadına. Hayat yazmak istiyorum sana.

9 Mart 2016 Çarşamba

Göğsüm bir yangın yeri, içtiğim hiçbir şey dindirmiyor acısını. Belki diyorum bir nebze zehir dindirir mi yangınımı? Dinmiyor, o da dindirmiyor. İnsan üzüntüden hasta olabiliyormuş. Belki de bu aralar sadece polar ve battaniye ile yatıyorum o da etken midir? Bence değil. Kendim sorum kendim cevaplıyorum.

Dergi bitti. YM Dergi kapandı, matbu hayatını bitirdi. Kesin olarak. 3 yılım ellerimde can verdi. Dişimizden tırnağımızdan arttırarak can verdiğimiz, çocuğumuz gözüyle baktığımız, hani Miraç'ın da dediği gibi "karlı bir gece vakti dostumu toprağa vermişim" gibi sessiz sedasız bitti.

Üstelik bir de hasta oldum. Üstelik bir de insanlara dert yükledim. Üstelik ben saçma sapan davrandım. Üstelik ben ben ben ben... Korktum çünkü kalbim kırık. Korktum çünkü anlayamadım. Korktum çünkü belirsizlik korkuttu. Ama ben korkmak istemiyorum. Hadi bi' cesaret, taşın altına tek başıma giriyorum şimdi. Bir gülüşle yükselecek bedenim. Korkmuyorum, çünkü kesinleştim keskinleştim. Küpüme zarar vermeyeceğim, tüküreceğim bir tarafa zehrimi, ağzımı suyla çalkalayıp devam edeceğim. Akıttığım her bir ter damlası onur madalyası gibi parlayacak alnımda. İzle beni, geliyorum.

28 Şubat 2016 Pazar

bir çapkın dilenci


Gidiş geliş aldığımız her bilet hüzün kokar, tortuludur. Tortular birikince can acıtmaya başlar hâliyle. Canımızın yanması bize yaşadığımızı hissettirir. Yaşıyoruz, koşuyoruz, düşüyoruz, dizimiz yaralanıyor. Yaralarımızı sarmaya merhem arıyoruz, merhem beğenmiyoruz.

"Yok, bana Novalgin verme, Majezik ver."
"E ikisi de ağrı kesici?"
"Etol Fort da iyi; ama burnumu kanatıyor."

Merhemden bol ne var dünyada? Belki su, sudan bol? Atomlar, atomlardan bol? Diye uzatırım ben. Uzatmayı severim, sündürürüm, biliyorsun. Sündürmekten hoşnut değilim ama. Bu beni sıkıyor, boğuyor. Canım acıyor, dizlerim hep yara... Yaralarımı taşımaktan hoşnut olmam beni ne yapar? Nereye koyar?

İnsanları üzüyorum. İnsanlar benim yüzümden üzülüyor. Bu beni kötü yapar mı?

21 Şubat 2016 Pazar

Ömrü baharımızda yaşamaktan başka direniş şekli yok leyli meccanim. Kelime seçimimde bir anlam var, gözüne soka soka vermek isterim bunu. Çünkü bunu senin anlamanı beklemek yoracaktır. Hoş, anlarsın sen, anlamalısın. Dünyayla olan bağın benden daha kuvvetli, köklerin daha sağlam. Ben her bahar yeşerip, yazın solan bir çayır bitkisi gibi hissediyorum, gölgene sığınmak. Benden ağaç olur mu? Yoksa ben kendimi çayır bitkisi sandığımdan mı bu hâldeyim? Ben ne yapıyorum...

Akşam oluyor, yağmur başlıyor. Gecenin bir vakti yağmur sanki benim üstüme yağıyor. Balkonda sigara içerken inadında yanmış uçlarıma düşüyor damlalar. Acıtıyor, ben merhem isterim su değil.

Canım sıkkın, canım dağınık, göğsüm ferah, canım acıyor, yağan yağmurla birlikte ferahladım; ama tam sönmedi yangın. Sönmesin. Taze tutarım, sen söndürürsün.

6 Şubat 2016 Cumartesi

Sonu olmayacağını bile bile kaç kere gider insan birisine? Birisine gitmek mi birisinden gitmek mi? Bu da mühim bir soru. Yazılarımda son birkaç yıldır hep soru soruyorum farkında mısın? Hep bir sürü soruyla geçiyor gidiyor. Mutlak olanla muğlak olan birbirine karışıyor çoğu zaman. Ne yaptığını bilmez hâlde davrandın mı? Dün gece Spotify'da bir şarkıyı açık bırakmışım, sabaha kadar çalmış, bilgisayar kapanmamış. Sabah kulaklıktan gelen sesi fark edince anladım. Sabaha kadar döndür dolaş aynı şarkı çalmış. Rüyamda da görmüştüm aynı şarkıyı. Siyah saçların alna düşmesinden, akşamın çökmesinden, bir gece sevip seher vakti bitmesinden bahsediyor. Ama bir gecelik ilişki gibi bir şey değil bu. Bir gece seveyim, seher vakti bitsin gizlice. Öyle bir şey işte. Yalvarıyor, sev biraz, sarıl biraz. Her şeyin sonu hüsranla bitebilir, olasılık dahilindedir, sonu olmayacağı ha keza öyle. Yani bu bilinecek bir şey değil, yaşanabilecek bir şey. O yüzden sonu olmayacağını bile bile her seferinde gelebilir insan. Şimdi anlıyorum, şimdi biliyorum. Ama bu her seferinde korkmayı gerektirmemeli. İnsan korkar, insan istemez, insan üzülür, insanın en çok içi acır. İnsan acıyla yoğrulur, sevgiyle çiçeklenir.

En güzel zamanları bana veren sana karşı bir özlemim var. Bu özlemi yitirme niyetinde hiç değilim. Sana karşı kendimi küçük düşürmek istemem. Korkma benden ne olursun. Sarhoş olup da mesaj atarak seni rahatsız edebileceğim bir hâle gelme. Sarhoş olup özleyeyim, hoş atamam da zaten. Bunları sana daha güzel söylemek isterdim. Çok yanlış anlaşılmaya müsait bir cümleler bütünü oldu. Yıldızlar elimi uzatsam tutacak gibi yakın. Ellerim uzansa sana da dokunabilirim, öyle yakınsın. Ama müzelerdeki gibi dokunmadan görmem gerekiyorsa eğer, senin isteğin olmadan dokunamam. Mumyalanmış bir kraliçe, Kleopatra mesela, dokunmama izin verirse ancak dokunabilirim. Çocukluk ederim, dokunmak isterim. Ama dokunamam. Çünkü şımarık değilim. İzin verirse sevebilirsin bir kediyi.

Konuş biraz, duy biraz...
"O zamanlar yorgun değildim. Kendi içimde gelişmiştim, ilk halim kaybolmuş başka bir şey olmuştum. Ben bir çekirdekken, yani yetişkin bir çekirdekken, gelişmemi bitirmiştim ve hareket edemezdim artık. Ama tam bir ağaç olmak istediğim zaman, eksikleri çok olan gelişmesi gereken körpe bir fideydim. Çok çalışmam ve gelişmem gerekiyordu. Yetişkin bir çekirdekle, eksik bir ağacın arasındaki farkı düşünüyordum. Yetişkin çekirdek bir çıkmazın içindedir. Aynı kalır, değişmezse çürür. Oysa eksiklikleri olan bir fidenin önünde çok güzel bir gelecek vardır. Her şey an be an değişir, değişimler birikir. Belli bir düzeye gelince, 'o' artık 'önceki' değildir. Başka bir şeydir artık..." ~Samed Behrengi, Bir Şeftali Bin Şeftali

4 Şubat 2016 Perşembe

27 Ocak 2016 Çarşamba

6 Ocak 2016 Çarşamba

aman yahu, sen de, ettiğin laf mı şimdi
bak ne diyor: kalbim seni bir yaz kuşu dinler gibi dinler

5 Ocak 2016 Salı

İstiklâl'e giderken aldı da bir çevik kuvvet(absürt senaryo)

İstanbul, bilinmeyen bir tarih… Öyle bir tarih ki töre ve kan davaları almış başını yürümüş. Muhtemelen gelecek zamanda. Soyadı kanunu kalkmış, saltanat geri gelmiş. Retro sevdası aşmış bir vaziyette. Erkekler fes giyiyor, kadınlar çarşafta. Karaköy’de bir akşam gezmesine çıkan Devlet-i Âli’nin önemli bakanlarından birinin en küçük kızı olan Sude Hanım, yolda Tophaneli Eşref’le göz göze gelir. Twitter’ına hemen “Gezmeceler… Ah bir de sevdiğim olsa…” yazar, Swarm’dan check-in yapmayı ihmal etmemiştir tabii. Tophaneli Eşref, hemen telefonundan Swarm’ı açar ve Sude Hanım’ı bulur, Twitter nicki de bulunmaktadır. Girer ve yazdığı tweet’i görür. Tanışırlar kaynaşırlar iki ay sonra nişan üç ay sonra düğün olur. Düğün gecesi Tophaneli Eşref’in kanlısı Kelle Mustafa, Eşref’in canını yakmak için Sude Hanım’ı öldürmek üzere yola koyulur. İstiklâl Caddesi’nde bir bara gireceklerken Mustafa silahını ateşler, fakat kurşun adres sormaz ve gelir Tophaneli Eşref’in göğsüne isabet eder. O sırada Galatasaray Lisesi önünde bekleyen çevik kuvvet olaya müdahale eder. Etraf karışır, halk toplanır. TOMA su sıkarak kalabalığı uzaklaştırmaya çalışır, halk çıldırmıştır Tophaneli’nin ölümüne. Barikatlar kurulur, çatışma başlar. Sabaha kadar çatışma devam eder. En sonunda Tophaneli Eşref’in kardeşi Berker, Sude Hanım’ı kurtarmak amacıyla barikatın gerisine çeker ve Tarlabaşı’na doğru kaçarlar. Tarlabaşı’nda oturan Puma Zehra’nın evine sığınırlar. Olaylar yatışana kadar Puma onlara ev sahipliği eder. Olaylar yatışınca eve dönen Berker ve Sude aile meclisini karşılarında bulur. Töre gereği Berker’in Sude Hanım’la evlenmesi gerekmektedir… Olaylar gelişir…

2 Ocak 2016 Cumartesi

Kaptanın seyir defteri

Tarih: 2 Ocak 2016, saati siktir et.

Gemi yere çakıldığından beri kendimi boş hissediyorum. Gemi her şeyimmiş lan, yeni fark ediyorum. Bugün çevreyi gezmeye çıkmadım, yaklaşık 1 haftadır yapmadığım gibi. Kendimi gene enkaza kapattım. Carmen Habanera dinliyorum sürekli. Biraz Doctor Who izliyorum. Deniz Tekin'e sardırdım bu aralar, baya sarıyor. Hey There Delilah'yı söylüyor bak şuan. Kadın koskoca bir cover cenneti. Neyse, dışarıdan sesler geliyor. "Hadi yemeğe gel." der gibi, tam kestiremiyorum sesleri. Hava soğuk, ülkenin en güney ucunda eksileri görüyoruz. Ekvatora tüm ülkeden daha yakınız; ama acayip soğuk. Alışık değilim tabii, geminin ısıtma sistemi de fayda etmiyor. Sürekli odun atmama rağmen az ısıtıyor. Olsun, yakın durunca ısıtıyor. Geceleri sorun, ısıtma sisteminin olmadığı odada yattığımdan gece gözümden düşen bir damla yaş suratımda donuyor.

Seyir defterinin bugünlük sonu oluversin canım!
-Kaptan tamam-