11 Mayıs 2012 Cuma

5 saat 48 dakikadir Death Note izliyorum. Arkadaşım sağ olsun, tekrar hatırlamamı sağladı.
AY LAV MISA-CHAN!

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Bir İlişki Nasıl Olmalıdır?


Öncelikle, ilişki olmamalıdır. Adı ilişki olmamalıdır. Aşk, arkadaşlık ya da ne dersen ama ilişki değil. Karşılıklı güven, sevgi, sadakat hepsi palavra; sonuçta dünya üzerindeki her münasebette biri diğerinden daha fazladır. Bu böyledir, tecrübeyle sabit değildir. Bir ilişki kaplumbağa gibi olmalıdır; yavaş, güçlü ve uzun süren. Bir ilişkinin var olabilmesi için, öncelikle tarafların daha önceki ilişkilerindeki kişilerle dilekçe karşılığında ilişiklerinin kesilmesi gerekmektedir. Mektuplar, fotoğraflar ise ektedir. Damga pulu ücreti alınmamalıdır.

Bir ilişkinin var olabilmesi için öncelikle iki insanın doğru düzgün oturup konuşabiliyor olması lazım. 3 kelimeden öteye gidemeyen sohbetlerin kişilerinin yaşadığı ilişkiler, ilişki tanımına girmez. Çıkmak, ya da öyle bir şeydir işte. Hesabı, erkek öder.

Bir ilişkide önemli olan mesele ilişki yaşayacak kişilerin kararlılığıdır. İlişki uzunluğu, kişilerin kararlılığının karesi ile doğru orantılıdır. İlişki sabiti c ise, duruma bağlı olarak değişir.

Yukarıda yazılanların hiçbiri bir ilişki tanımı vermez. Tanımlama insanın kendi yapması gereken bir şeydir. İlişki olması için, emek olması gerekir ve sanatın sanat için olduğunu düşünen insan ilişkisi ancak ve ancak yüzeyseldir, ilişki değildir. Toplum sanat için vardır, Yaşasın Bertolt Brecht.

6 Mayıs 2012 Pazar

Bana isim takmış, sönük prens diye. Aslında soğuk diyecekmiş; ama ağır kaçar diye sönük demiş.
İyi de ben sadece utangacım.

4 Mayıs 2012 Cuma


Elimde olmadan hüzünleniyorum artık.
Devşirme hüzünlere gebe beynim
Konu ben değilim,
Hiç ben olmadım.

Konu sensin, neleri seversin
Nelerden hoşlanırsın?
İstersen seninle tekrar konuşurum.
İstersen senin için de yazarım.
İstemezsen beni bir daha görmezsin.
Yavaş yavaş yitersin.
Neyse ki taksiler sabaha kadar çalışıyor.

Elimde olmadan, kitaplara kayıyor gözüm.
Demirden yapılma ellerinle, üzerimi kapamışsın fanus misali.
Ve ben, kendimde olmadan seni sevmeye devam ediyorum.

İntihar maviliğinde görüyorum yaşantımı,
Çınlayan notaların arasından en sevdiğimi duyuyorum.
Çikolata gibi, yeşil gibi, engizisyon gibi.
Keskin, tatlı ve yumuşak.
Kendim, atonal bir dizi tutturmuş ıslıkla, onu çalıyor.
Radyoda en sevdiğin şarkı çalıyor.
Beynimde, söylediğin güzel sözler çalıyor.
Sokakta bir çocuk, fırından ekmek çalıyor ve
Yaşam tüm boktanlığıyla akıp gidiyor.
Bu şehirde pazar günleri,
Yürüyen merdivenler çalışmıyor.

Geçmişten gelen hüzünlü bir ses gibidir artık ayrılık,
Nihavend makamında özlüyorum seni.

Gittikçe derinleşiyor, ilerledikçe zorlaşıyor.
Yaralarım senden önce de vardı.
Ve ben, tam yarım saattir aynı şarkıyı dinliyorum.
Ayrılmadık bile, senle ben bile olmadık henüz.
Ancak seni sevmek, ölesiye sevmek,
Ayrılıktan beter acılar getiriyor.
Ve ben hayal kırıklığının başkentinde,
Kafamda kasketim, üzerimde parkam
Ellerim ceplerimde, yağmurda ıslanıyorum.

İnsan üzülmek istediği için üzülüyor bazen,
Bazense istediği kadar uğraşsın üzülemiyor.
Bir an gelip, göz yaşının akması için uğraşsa da,
Nafile. Hayat, daha ağır basıyor.
Ve ben, şehrin tüm sokaklarını arşınlıyorum.

Neyse ki, taksiler sabaha kadar çalışıyor.