17 Kasım 2017 Cuma

Punduna getirip, biraz konuşalım

Sürekli batıp çıkmaktan yorulduğum bir zamandı. Dur, hikâyeye ortasından başladım, affedersin, arada yapıyorum böyle özür dilerim. Her şey ne zaman başladı, sanırım o Ocak günü. Lise son. Ya da yok anlatmayayım ortadan devam edeyim. Sürekli batıp çıkıyordum evet; ama çıkmak dediysem şöyle bir nefes, hadi zorladım iki nefes alıp geri batıyordum. Öyle bir andı benim için. Denizin dibinde çiçek yetişir mi? Yetişse de benim istediklerim yetişmez. Denizin dibini değil, yüzeyini istiyordum. Öyleydi işte ve sen karşıma çıktın. Durup dururken, öyle alelade değil, durgunlaşmaya başlayan, hatta durulan suyuma bir taş attın. Affedersin, beton gibi düştün. Öyle bir çalkalanma, bir hareketlilik. Ben ufak bir meltem, bir esinti beklerken; sen boran fırtınası gibi geldin. Kötü anlamda söylemiyorum bunları. İyi şeyler, hoş, sıcacık. Paradoksu yakaladın mı? Sakın bırakma!

Rüyamda tramvay, vapur, martı, karga ve Galata görüyordum eskiden. Şimdi gündelik zamanlarımda görebiliyorum. O rüyaları gördüğüm yazı da unutamıyorum. Çünkü bir Haziran'ımız, bir değil bin yıl yetecek gibi duruyor önümüzde. İyiye yakın bir yazdı. İyi diyemiyorum. Çünkü daha iyilerini gördüm. O yazdan bahsetmek istemiyorum, belki daha sonra.

Sonra, kurtulamadım Antalya'dan. Sanki hiç kurtulamayacak gibi hissediyordum. Burnumu dışarıya çıkartmaya kalksam bir sorun, bir engel, bir çengel beni hareketsiz bırakıyordu. Bütün cisimlerin bir potansiyel enerjisi vardır, ben onu bile tüketmiştim. Koşuşturmacanın içinde, yapayalnız ve güçsüzce oturuyordum. Koşuşturuyordum elbette; ama hareketsizdim. Bu yazı ne çok paradoks doldu böyle. Bütün bu koşuşturma bittikten sonra bir yerlerde bir şeyler içer miyiz?

Kaç kez bir çiçek tarhına oturup ağlamaya çalıştım, beceremedim. İnsanın içinden ağlamak gelmeyince ağlayamıyor. Ağlamayı nasıl başarıyor insanlar istedikleri zaman? Ben sadece gelince başarabiliyorum. Ağlamak ile başarmak aynı cümlede ne kadar eğreti durdu. Olsun, seviyorum böyle karşıtlıkları. Çiçek tarhında ağlayamadım da, bir ufacık kedi kendini sevdirmedi diye koyverdim ne var ne yoksa içimdekileri. Beni bulduğunda, öyle bir hâldeydim. Sen de biliyorsun. Peki tüm bunları yatıştırdığımız zaman, bir çiçek tarhı yapar, köşesine oturup ağlar mıyız? Ağlarız kesin.

Hayatımda her şey yolunda, ufak tefek pürüzler kaldı, okul gibi. Onları da halledince, düze çıkmış olacağım kendim açısından; ama en azından artık su yutmuyorum yok yere. Nefes alabiliyorum istediğim sıklıkta ya da gevşeklikte. Burnuma kaçan suyu nasıl atarım diye düşünmüyorum. Molozdan da beter bir hâlin içinden iki katlı müstakil eve dönüşüyorum. Bahçeli, kombili.

Hayatımın en acımasız yazılarını yazdığım o odada, şu an umut dolu ve hayat dolu bir yazı yazıyorum. Bunun anlamını anlatamam sanırım. Ancak sizin anladığınız kadardır. Sevmediğiniz öyküler, kitaplar, şiirler; hepsi sizin anladığınız kadardır. Sevdikleriniz de öyle. Kendinizden bir şey bulur bağlanırsınız. Artık korkmuyorum. İnsan pişiyor, göğsündeki yangın insanı pişiriyor. Şu insanın göğsü, içindeki yangın olmasa, insan ne çiğ olur bir bilsen. 

Bağlam kurmak gibi bir amacım yok; ama öylesine olsun diye de yazmadım hani yazdıklarımı. Bir şeylere, birilerine dokunsun diye belki. Bir çilek reçelinde, bir saksı çiçeğinde, bir camgüzelinde, bir martı sesinde bulunsun diye yazdıklarım. Oralardan çekip çıkarın diye. Sevdiğiniz, sevebileceğiniz şeylerin içine koydum hepsini. Size ulaşsın, ben ulaştım. 

Yokuşların sonundaki düzlüklere, kavuşmalara, öpücüklere, el ele tutuşurken yapılan ısı transferine ve sana, en çok sana.

Kasım, 2017

30 Ağustos 2017 Çarşamba

Düze çıktım, bundan sonrası artıya çıkmak. Yıkılmayacağım. Zaten o ilk seferde yıkılmadıktan sonra bir daha yıkılmayacağımı biliyordum. Yıkılmadım. Aksine, yükseliyorum. Bekleyin ve görün.

9 Ağustos 2017 Çarşamba

"Eğri çizgiler dalgın
İki kaşım üzerinde
İki kaşım üzerinde bir ağrı
Gözlerim yanıyor günlerdir
Gözlerimde bir yangın."

23 Temmuz 2017 Pazar

Durum raporu

Merhaba,

Uzun zamandır dişe dokunur bir şey yazmıyorum buraya. Deftere yazıyorum daha çok. Daha güzel hissettiriyor. Neyse, bir şeyler anlatacağım.

Evden kovuldum. 3 yıldır ev arkadaşlığı yaptığım şahsiyet saçma sapan bir sebepten beni evden attı. Evet kovuldum. Böylece ben de Antalya'yı terk ettim. Sadece sınavlar için döneceğim. Bir daha dönmek istemiyorum. Hiç sevmedim Antalya'yı. Üç-dört kişiyle vedâlaştım yalnızca. Onlar da değer kişilerdi. Gerisi mühim değil. Evet son 2 yıl zor oldu benim için; ama iyi haberlerim var: DÜZELİYORUM.

Düze çıkıyorum. Az kaldı, vatoz gibi çarpacağım.

Şimdilik bu kadar, hâlâ okuyan varsa bu blogu, kendinize iyi bakın. Ara ara geleceğim gene.

18 Mart 2017 Cumartesi
























"Nobody belongs anywhere, nobody exists on purpose, everybody's going to die."

9 Mart 2017 Perşembe

uzaklarda yaşar





pek trajikomik bir hikâyesi var bu şarkının. bendeki ise bambaşka. kaybolmuş, savrulmuş bir zamanda dinledim. pek konuşmaya gerek yok. zaten bu aralar pek konuşmuyorum. konuşmadıkça biriken şeyler acıtmıyor artık canımı. kanımı akıtabileceğim bir yol bulmuş değilim; ama canım daha az acıyor. hissizleştim, alıştım belki. bilmiyorum, bilmek istemiyorum.



sanırım tekrar flört dinlemeye başlayacağım. 4 senedir dinlemiyorum. birçok şey geldi geçti. hadi bakalım, başlayalım.

25 Ocak 2017 Çarşamba

Bomboş drama, ucuz romantizm, kalıplaşmış cümleler. Dışına çıkınca atılan onaylamaz bakışlar. Kilden yapılmış bir heykel.

8 Ocak 2017 Pazar

krem rengi hırkalara, o hırkalardan yapılan evlere, nar ayıklamaya, soğuktan burnumun üşümesine, pazar sabahlarının sürpriz güneşlerine, aniden çıkıp gelen arkadaşlara, beklenmedik kapı çalışlarına, bir kedinin gelip bana sürtünmesine, yaşamaya, kırmızı kazaklara, genel olarak kazaklara, balıkçı beresine, uzun ceketlere, gömleklere, battaniyelere, umudu kalmayan birine umut aşılamaya, yürümeyi tekrar öğrenmeye, kalbe, tütüne, yaraya, denize, balığa, rakıya, uzun sohbetlere, ani kararlara, sırtımdaki ağrıya, göğsümün orta yerindeki yangına, kitaplara ve kalemime inanıyorum.

ve elbette kırmızı kar yağacağına inanıyorum.

5 Ocak 2017 Perşembe

"kayıp bir adresten geliyor sesin şimdi,
üşüyorsun
unutma dostumsun sen,
neredeysen orada ölmek isterim..."

4 Ocak 2017 Çarşamba

''İşte ben, bu alışkanlıklarından biri olmak istemem. Senin düzenle olan bağlarından biri. Sabahki diş fırçan, ya da kolunun altına sürdüğün deodorant, ya da yumurtalı şampuan olmak istemem. Bunların günlük mutluluğunda, rahatlığında belki sadece ufak bir payları var. İşte ben bu gündelik mutluluğun daha büyük bir payı olmak istemem. Yani daha rahat olman, korkmaman için örneğin, destek olamam sana. Düzenle bütün bağlarını koparabildiğin zaman, ki bu cesaret ister, bu cesareti gösterebildikten sonra zaten karanlıktan korkmayan biri olursun. O zaman yine beni seversen, bu sevgi kabulümdür. Tamam mı?'' ~Sevgi Soysal, Yenişehir'de Bir Öğle Vakti