30 Kasım 2011 Çarşamba

Normalde A minor olan şarkıyı A major çalıyorlar. Adamlar harika kardeşim. :D
Ve cuma günü bunları canlı izleyeceğim...

28 Kasım 2011 Pazartesi

İlk vize notum 72 olarak tarihe geçti...

Uzay Gerillasının El Kitabı. Yazar, Lord Vader!

Benim için Leyla ile Mecnun dizisinin özetidir bu sahne. Bunu izledim, gerisini hatırlamıyorum.


Emir A.Ş. üzerine

Kıymetli hazirun şimdi size bir hikaye anlatacağım.
Hikayemiz tüm hikayelerde olduğu gibi(yalana bak piii) sıcak bir Ağustos ikindisi başlıyor. Bir aydır tanıdığı arkadaşının evine geldiğinde bilgisayarda açık bir site görüyor "Fantastik Edebiyat" "Ula bu ne," diyor kendi kendine. Arkadaşı gelince soruyor. O da açıklıyor. Daha önce oynadığı RPG oyunlarına çok benziyor. Tek farkı, yazıları sen yazıyor ve konuyu ana konu dışına çıkmadan istediğin gibi yönlendirebiliyorsun. Bu fikir çok hoşuna gidiyor. Arkadaşı diyor ki "Ben Radagast'ım. Şu an bir Ağaçsakal'ımız olsa fena olmaz. Sen olur musun." Bizimki kem küm ediyor falan sonra kabul ediyor. Hemen alıyorlar üyeliğini. İlk başta tabi pek iplemiyorlar bunu. Ama karakterimiz azimli.
Radagast ile birleşip "Radagast'ın Yeri"ni açıyorlar. Komikli şakalar derken ilk özel mesajını alıyor. Mesaj aynen şu(Aynen değil. Sıktım ama buna yakındı.) "Abi msn adresini ver de seni bizim grup msn'ine alalım." mesaj Cirdan'dan geliyor. Bissürü arkadaş kazanıyor bu sayede tabi. Esthel(<3) olsun, Cîrdan olsun, (Baran sen de varsın burada ama senin nickname'in biraz çetrefilliydi unuttum) vs. vs. vs. Asıl önemli olay ise Falathat(!)(Bir süre adı Falathat olarak bilindi) ve Eldacar ile yakınlık kurması ile başlıyor.
Basit anlamda hikayenin yön değiştirdiği nokta bu diyebiliriz.
Şimdi bir mola verelim. Yazmayı unuttuğum bir olay var. Sanırım ilk başlarda o kadar gıcıktım ki Ahmet ile Baran beni kamu cezasına yani tuvalet olma cezasına çaptırmışlardı. Unutmadım oolum!
Neyse işte. İşin içine girdikçe sorunların da içine giriyorsunuz. Radagast'ın bir aylığına Adana'ya gitmesi kirişi kırmamıza sebep oluyor. Oysa ki işin içine entleri de dahil ettiğimiz çok feci bir plan ile Witch-King'in ordusunu derbeder edecektik. Sorunlar çıktı o sırada. Büyük meseleler. Ayrılma kararı alanlar oldu.
İlk başlarda tarafsızdım ne yalan söyleyeyim. Daha sonra Emir ile konuştum, Kadir'le konuştum. Onların haklı olduğuna karar verdim. İlk baştaki amacım Dagor Dagorath'ın tamamlanmasıydı. Tamamlanıp ondan sonra ayrılmasıydı. Ne bileyim yeni girdiğim bir grubun dağılmasına gönlüm el vermiyordu. Daha sonra baktım olacak gibi değil, Emir'in karakteri kapatılmış, dedim ki "Uzun eşek oynamalıyız." deseydim büyük ihtimalle beni odunla kovalarlardı. "Yanınızdayım," dedim. Kavimler Savaşı için starta basıldı.
Aslına bakarsanız o kısımları tam hatırlamıyorum. Ayrıldık falan filan kısımları çok sıkıntılı zamanlardı. Kavimler Savaşı'nı oluşturduk. Kahramanımız bu sefer Lucius Tiberius isimli, ırkı "insan" olan tiplemesi ile sizinleydi; ama bekleneni veremedi. Neden? Çünkü odundan insana geçişte sıkıntılar yaşadı. Kavimler devam ederken bu sefer Karanlığın Kuşatması'nı başlatıyoruz. Kahramanımız asıl işi olan odunluğa dönünce biraz rahatladığını sanıyor; ama dış güçlerin etkisi ile Gondor Kralı olmak için başvuru yapıyor. Ondan da bekleneni veremeyince sinir krizleri geçiriyor. Daha iyi olmak istiyor, çabalıyor, çabaladıkça batıyordu. Bunlar devam ederken bir yandan da ülkemizin güzide bir kurumunun 40 yıldır öğrencilerin belini büktüğü sınav için çabalıyor. Bu sırada yaşadığı duygusal çöküntü ve çevre baskısından bunalıyor. Tam o esnada işte Gandalf gibi yetişip asasını kahramanımızın kafasına geçiriveriyor Emir. Sonra tam kendini toparladı derken sınav vakti geliyor.
Sınav beklediği gibi pek de iyi geçmiyor. Kendini suçluyor karakter sürekli. Hem sınavı hem de bazı "özel" şeyleri unutamıyor. Sürekli gözünün önüne geliyor falan. Zaten bu arada bazı ayrılıklar oluyor A.Ş'den.
Yazın sonlarına doğru Emir -haklı olarak- tekrar ağzına sıçmaya geliyor. Kendini toparlıyor biraz; ama bu sefer de A.Ş. çatırdamaya başlıyor. -Yanlış hatırlamıyorsam- Emir, A.Ş'yi feshediyor. Binbir bela geri toparlıyoruz; ama bu sefer de ben gereken önemi veremiyorum. Aralar açılıyor, insanlar bana haklı olarak ters davranıyor. Derken üniversite başlıyor. Gene kendisini veremiyor. Kurban bayramından önce kararlaştırılan toplantıya tam randımanlı katılma kararı alıyor. Öncelikle kendi ruhunu huzura kavuşturması, daha sonra da insanların güvenini boşa çıkarmamak adına konuşuyor. O günden sonra bir nebze eski haline dönüyor kahramanımız. Daha sıkı çalışmaya söz veriyor.
Unuttuğum ve atladığım yerler olabilir. Lütfen beni bundan ötürü yargılamayın.
Kişisel olan politiktir.

Geçen gün gene yürüyorum, karşıdan bir kedi geliyor. Gözlerimi kıstım izledim. Yanıma yaklaştı yüzüme baktı. Durdum ben de ona baktım. İnat değil miyim? Bakarım. Öylece 5 dakika birbirimize baktı. Gelen geçen bize baktı, ben kediye baktım, kedi bana baktı. Sonra hiçbir şey olmamış gibi yürüdü gitti. Ben de yürüdüm. Yapacak bir şey yok. Geçen gün gene aşık oldum. Biliyorum o da bana aşıktı ama söyleyemedi. Adını bile öğrenemedim. Benim ineceğim yerden bir durak önce indi gitti. Bir daha görmedim. Geçen gün gene seni seviyorum, birden aklıma geldi. Benim seni sevmediğim an yok ki! Senin sarılmana o kadar ihtiyacım var ki. Sıcağını hissetmeye. Senin var olduğunu hissetmeye. Kalbinin tik-taklarını duymaya... Tik, tak, tik, tak, tik, tak... Gece 3 olduğunda uyanık olmadığım ve seni düşünmediğim bir zaman var mı sanıyorsun?
Bence insanlığın tek sorunu insanın bencilliği. Ne bok yiyorsa bencillikten. Yahu en basitinden sabah arkadaşa bana da su alıver dedim kantine gidiyordu, kalk kendin al dedi. Bu kadar olmaz.
Şu kişisel gelişim kitabı var hani görmüşsünüzdür "S*ktir Et." diye. Ne saçma lan. Tecavüze mi uğradın amaaan siktir et. Uyurken birisi uzuvlarını mı kesti amaaan siktir et. Ee KDV, ÖTV falan amaaan siktir et. Hatta s*ktir et.
Bu aralar neden bu kadar başım ağrıyor la benim? Sorunluyum tamam da yani ağrıma lan.

23 Kasım 2011 Çarşamba


Hayat en basit anlamda C vitaminine indirgenebilmeli. Zaten ben bir bağımlı olsaydım, C Vitamini bağımlısı olurdum. C güzel bir harf. İntegral sabiti c'dir. Ben bir meyve olsaydım portakal olurdum. İçimdeki oktil asetat sayesinde güzel koku yayardım. Ayrıca benim o güzel tadım da aynı ester sayesindedir. Oktil asetat, oktil etanoat olarak da bilinir. Tüm esterler gibi güzel koku yayar. Ben bir fonksiyon olsaydım, parabolik bir fonksiyon olurdum. Yatay, dikey ve eğri asimptotum olurdu. Grafiğimi çizmen çok zaman alırdı. 

20 Kasım 2011 Pazar

"İnsan Doğum Gününde İntihar Eder mi Ya?"


“Akbaba kordonun gerisine çıkıp geldi, sıkı sıkı koluna girip “Gel,” dedi. “Şöyle arabaya geçelim.” Kolunu kurtardı ama kendisini kurtaramadı. Akbaba omuzlarına asılmış bırakmıyordu. Onu savurduktan sonra karşısına çıkan Harun’u da yıktı. Yerde yatan şahsın yanına gitti. Üstündeki gazeteyi kaldırıp, yüzünü çevirdi. O… Eli beline gitti, boşluk… Taş oldu. Olay yerinin çevresinde, yağan karı değdiği yerde çamura çeviren meraklı bir kalabalık birikmişti.
‘Ben görmedim, şu binadan atlamış,’ dedi bir ses.
‘Neden atlamış?’
‘Bunalımdan herhalde tam bilmiyorum.’
‘İnsan doğum gününde intihar eder mi ya?’
‘Gençleri anlamak zor. Nereden atlamış?’
‘Ben gördüm, birdenbire çakıldı.’
‘Evet, küt diye! Kemik seslerini duydum.’
Kırmızı vosvos az ötede duruyordu. Gökyüzünde tek yıldız yoktu.
2006/Ankara.” ~Emrah Serbes, Her Temas İz Bırakır. 

19 Kasım 2011 Cumartesi

Manga dinlemeye başladığıma göre sıkılmışım demektir.

Bunalımdasındır, her şey sana zor gelir. Her şey üzerine gelir. Sığınacak tek yerin müziktir. Karıştırırken "Queen" başlığına gelirsin. Bohemian Rhapsody'yi geçersin. Zaten diptesin daha dibe girmeye ne hacet? Sonra birden başlar Don't Stop Me Now... Birden hızlanır. O an her şey kolaylaşır. Dünyanın kralı gibi hissedersin kendini. Işık hızında seyahat edebilme hayali canlanır gözünde. Evin içinde hoplayıp zıplarsın sonra...

18 Kasım 2011 Cuma

Santrifuj makinesine girmiş deney tüpü misali sen olmayınca dengemi kaybediyorum. Merkezkaç kuvvetim, nötrleyenim. Pikrik asidim. Daha ne diyeyim. Ben sayısalcıyım benim âşk-i duygularım böyle. Âşk zaten edebi değil kimyasal bir şey. Etkin bir çarpışma gerekiyor, doğrultu önemli, bir enerji gerekiyor âşk için. Minik hiperbolüm. Sen olmasan çekilmez bu dünya. İntegralin diferansiyele muhtaç olduğu gibi muhtacım sana.

17 Kasım 2011 Perşembe

Sadece kayıtlarda bulunması açısından söylüyorum, havanın soğuk olması, sevgilinin uzakta olması hiçbir önem teşkil etmemeli. Seviyorsan, seviliyorsan kışın ortasında yazı yaşarsın. Maddiyatı sikeyim. Manevi olarak yanında olmayıp, anca maddi olarak sevgilisinin yanında olan erkeğin ben kafasına sıkayım. İbnenin evladı cânım kızları harcıyorsun pezevenk. Senin yüzünden “Ben artık erkeklere güvenemiyorum.” diyorlar. İbnenin evladı.

16 Kasım 2011 Çarşamba

Konuşacak o kadar şey var ki, bir o kadar da yazacak şey. Hem konuşup hem yazsak mesela seninle. Ben seninle konuşmayı seviyorum, susmayı değil. Beni bu güzelliğinden mahrum etme. Konuş benimle, konuşalım. Sen anlat ben dinleyeyim, ben anlatayım sen dinle.
Siluetler görmeye başladım. Deliliğe, dibe vurmaya bir adım daha yaklaştım. Ne mutlu bana.
Bundan sonra buraya daha sık uğrarım.
Her türlü sıcak içeceğe sempatim var, kahveye olan tutkum zaten dillerde; ama çay gibisi yok. Belki de sütten sonra içtiğimiz ilk sıcak içecek olmasından mıdır bilmem. Çay kadar rahatlatıcı bir şey tanımıyorum. Belki sevgili öpücüğü ya onun da nasıl bir bok olduğundan haberim yok. Siktir et. Çay gibisi yok.
Bir şey söyleyeyim mi? İnsanlar âşktan anlamıyor. En ufak bir duyguyu âşk olarak nitelendiriyor. Âşk öyle basit bir şey değil. Öyle kolay bir şey değil. Âşk öyle 1-2 ayda geçmez. Sen geçti zannedersin ama geçmez. Pusuda bekler. Âşk bir delilik örgütleyicisidir. Kaostan düzen yaratır. Birleştirir. Âşk bir olabilme halidir. Bir cümleye sen başlarsın, diğeri bitirir. Âşk böyle bir şey işte. Âşk geçmez kolay kolay. Ve insan bir kere âşık olmaz. Olamaz doğasına aykırı. Herkes yalancı. İnsan bir kere âşık olduğunu zanneder. Olmaz ama kendini öyle sanır. Kendini çok kaptırır. Üzülünce, canı yanınca da bir daha âşık olmak istemez. Bu durum anca böyle açıklanabilir. 
Çok düşünmekten oluyor bunlar. Fazla düşününce beynim kendi kendini yiyip bitiriyor. Sonra adını bilmediğim bir hormon, adını hatırlayamadığım bir yeri uyarıyor. Ben üzülüyorum. Kaç tane karbon atomu var acaba o hormonda? Kaç tane asimetrik karbon atomu var? İşin iç yüzünü bilince hiç eğlenceli gelmiyor bunlar. Bunları yazarken bile binlerce fosfat grubu adenin, riboz şekeri ve diğer 2 fosfat gurubundan oluşan yapıdan kopuyor. Bunun sayesinde düşünüyor, gülüyor ve ağlıyorum. Kendi kendime reçete: Bol bol bira iç. İyi gelir.

Her Temas İz Bırakır

Tuhaf rastlantılar, tuhaf temaslar
Önüne geçemediğim bir deliliğe dönüşmüş
Almış başını, gidiyor...


Hainsin, zalimsin Pilli Bebek. Yeter artık şu şarkının stüdyo kaydını yap. Tek düzgün kayıt bu elimizdeki. Sezon finaline de ne güzel oturmuştu. Dışı sevda, içi zindan olmayan bizlerin şarkısı bir yerde. Ne bileyim. Amirim, kırmızı vosvos, Şule. Ve bence diziyi özetleyen şarkıdır vesselam.

Pilli Bebek - Delilik.

14 Kasım 2011 Pazartesi

Delilik

Geçen gün gene yürüyorum. Yürürken bir yandan düşünüyorum “Her yer herkesleşiyor, herkes her şeyleşiyor.” sonra birden bir amca çıktı karşıma dedi ki “Evladım düzgün yürüsene. Hem şu saçını da kestir. Ne o öyle?” dedi. Sinirlendim çaktırmadım “Düzgün yürüyemiyorum amca. Otolit taşları izin vermiyor. Yerinde duramıyor. Oysa ki biyolojiye göre düz durmaları lazım. Evrim var biliyor musun amca? Richard Dawkins okudum. O öyle söyledi. Amca neden kasket takıyorsun? Neyse iyi günler amca.” dedim yoluma devam ettim. Az gittim uz gittim PTT’nin yanından geçerken yerde yatan köpeğe eğildim. “Hep yatıyorsun da sen kalk bi kedi kovala gençliğin çürüyor.” dedim. Beni anlamış gibi kalktı gitti. Çocukken hep tırnağımın kenarındaki deriyi koparırdım. Kanardı bir sürü. Az önce gene kalkmış. Kopardım. Küçüklüğüm aklıma geldi. Hâlâ kanıyor silmedim. Saçlarım neden böyle? Neden sadece arkaya yatıyor? Yana yatınca kabarıyor. Belki biraz daha uzayınca ağırlığıyla düşer aşşağıya doğru. Aynaya bakınca karşımda bir eroinman görüyorum sanki. Ya da uykusuz ne bileyim. Çökmüş surat, mosmor göz altları. Ben yakışıklı değilim, olmaya da hevesim yok. Delimanyaanın tekiyim. Hem deli hem manyağım. Deliliğim akıllı bir delilik. Arada bir oluyor. Olunca da böyle fırlıyor. Günce yazmayı hiç beceremedim. Maksimum 3 gün ard arda yazdım. Arkası yok. Üşüyorum. Çok üşüyorum. İçim üşüyor. Dışım değil. İçim. Yazdıkça yazasım geliyor. Konu bütünlüğüne koyayım. Az önce yatağımda yatmış düşünürken kendi kendime dedim ki “Yazacaksın. Hiç durmadan yıllarca yazacaksın. Yazdıkların beş para etmez; ama sen gene de yazacaksın. Yazmaya devam et.” Bugün çok sevdiğim bir ağabeyimin doğum günü. Bütün bir yazımı onunla geçirdim desem yeridir. Benden çok yaş büyük ama biz çok iyi arkadaşız. Geçen gün sabahlamak için uyanık kalmaya çalışıyordum. Elimde kahve fincanı, karşımda televizyon öylece bakıyoruz birbirimize. Televizyonda suratlar var ama ben onları pek önemsemiyorum. Zaten onların da beni önemsediği yok. Bazen şu tuvaletlerdeki el kurutma makinesini kırasım geliyor. Beni görmezden geliyor çünkü. Ben deliyim. Deliliğimi saklama ihtiyacı duymuyorum. Hepimiz deliyiz. Bazılarımız biraz daha fazla deli. Beni sizler delirttiniz. Ben siz insanlar yüzünden bu haldeyim. Ben insan değil, deliyim. Delinin önde gideniyim. Beni kimse sevmez ben severim, ben gelirim bana gelmezler. Ha olur da es kaza gelirlerse onlar deli olmayan anımda gelirler. Deli anımda giderler. Ben deliyim. Hepinizi seviyorum. Siz beni önemsemiyorsunuz. 

Arkadaşlık, The Beatles falan

1 yılı aşkın süren arkadaşlığın, The Beatles şarkıları dinlemenin, birbirimize Paul ve John olarak hitap etmelerin sonucudur.

İyi ki varsın Baran Can! İyi varsın Paul!

8 Kasım 2011 Salı

7 Kasım 2011 Pazartesi

Hayat çok sıkıcı.

Berfu yok, Melda Abla yok, Ayza yok. Ve hayat çok sıkıcı göründü.
John Lennon'ın Nowhere Man şarkısını benim için yazdığını biliyor muydunuz?
Olsun yahu olsun değil mi?
Ama ne bileyim.
Neyse.
Bugün daha bok olamaz herhalde.





6 Kasım 2011 Pazar

Kurbanlar, tanrı istiyor.

Şimdi söylemek istediğim bir şey var. Bunalım durumu çok bok bir durum. Hava açık, mavi ve bu seni rahatsız ediyor. Ağlamaklı yapıyor. Çok boktan. Ne bileyim hiçbir şeyden zevk almıyorsun. Kahve bile çamur gibi geliyor. Ve gerçekten uyumktan başka çaresi yok. Uyuyunca geçiyor; ama uykuya dalmak da ayrı mesele.
Geçen gün gene bunalımdayım. Dolabı açtım. Baktım “Efsane Coca Cola Şiişesi” yarı beline kadar dolu. Aldım tam bardağa dolduracakken annem “Kola değil o şarap.” dedi. “Daha iyi.” dedim ve doldurdum. Tek dikişte içip bilgisayarın başına kuruldum. 4’e doğru kapattım bilgisayarı kitap okurken sızmışım.
Uyandığımda hayat bir nebze daha güzeldi.
Özetlersek, bunalımı geçirmek için içmek ve uyumak gerekir.

1 Kasım 2011 Salı

Kara Kaplı Şeyler


Ne müthiş şeydir şimdi seninle beraber olabilmek. Aslında böyle başlamak biraz garip oldu. Sen gerçekten iyi birisin. Seni seviyorum, sadece hoşlanmıyorum. Ve sana, kendime, etrafıma eziyet çektirmeye hakkım yok. 
Ve ne müthiş bir şeydir şimdi seni hissedebilmek. Hayatındaki küçük bir anekdottan öteye geçemeyeceğimi de biliyorum. Sen de biliyorsun. Lanet olsun, ne hissedeceğimi bilmiyorum. Nasıl konuşmam gerektiğini ya da. Saçmalıyorum, üstelik bunu bir damla bile kahve içmeden yapıyorum. 
Sanırım yorgunum. Yoruldum. Bu kadar erken yaşta bu yorgunluğu beklemiyordum. Ne yaşadım da bu kadar yoruldum bilmiyorum. Önüme gelene saçma diye diye kendim saçmalaştım. Üniversite belki düzeltir diye düşünüyordum. Olmadı. Ben gene aynı benim ve beklentilerim yüksek. Kendimden beklentilerim yüksek. İnsanlardan fazla bir şey beklemeyeyi 4 ay önce öğrendim.
Aptalın tekiyim. Hatalarımdan sonuç çıkarmıyorum. Aynı hatayı defalarca yapıyorum. Farklı bir sonuç bekliyorum. Çok mu iyimserim? Değilim. Hayır. Sadece salağım. Kelimeler bir anda dökülüveriyor ağzımdan. Ben engelleyemeden. Öylece oluyor her şey. Ağzımı kapalı tutmayı becerememek öğrenemediğim meziyetlerden biri. Oysa ki çok konuşmam. Zamansız konuşurum hep.
Zamansız sevdim seni. Diğer herkes gibi. Oysa ki tek istediğim sevgiydi. Ve John Lennon’ın da dediği gibi(Onun dediği anlamda olmasa da) “Hiçbir şey hayatımı değiştirmeyecek.” ve ben sonsuz döngünün içinde eriyip gitmeyi bekleyeceğim. Elimden gelen hiçbir şey yok. Değişmeyecek. Biliyorum. Sen biliyorsun. Siz biliyorsunuz. 
Yanlış yer, yanlış zaman olgusunun içinde büyüdüm. Hâlâ olmam gereken yerde değilim. Benim tek istediğim daha iyi bir insan olabilmekti. Normal olabilmekti; ama deliliğimi inkar etmek, ona ihanet etmek gibi bir şey. Deliliğim sayesinde böyle davranıyorum. Onu seviyorum. 
Seni sıkıyor muyum? Ya da sizi sıkıyor muyum? Benim tek istediğim sevgi. Ben insanları bolca severken, onların bana sevgi beslememesi canımı sıkıyor.
Çağımın insanı olamadığım için hepinizden özür dilerim.
Çağımda böyle şeyler konuşulmuyor çünkü.
Senden özür dilerim, istediğin gibi biri olamadığım için.
Bir yazının en zor kısmı finali biliyor musun?