21 Nisan 2012 Cumartesi

Geçmişten gelen bir şarkı, silinmemiş hatıralar. Kalemin ucundan duman tütüyor. Bisikletin selesi yamuk. Filmler, renksiz. Atom parçacıklarının hâlâ masum olduğu zamanlar. Geçmişten gelen bir ses. Bir fotoğraf. Bir kadın. Bir şifre. Yeşil, fa majör ve bir adet Smith & Wesson. Bir kaç mermi, bir şapka, bir enstrüman. Adagio, Allegro ve bilimum müzik. Her şey yerli yerinde. Kendini resmetme çabası. Bekleyen insanlar. Kelimeler, sanki bir tuğla gibi yerleşiyor yerine. Bazı kalemler vardır hani, yazmazlar. Sonra tekrar denenir, tekrar yazmaz, kalemliğe geri konulur. Gel artık kadın, boş ver o adamı. Seni burada bekleyen başka bir adam var.

19 Nisan 2012 Perşembe

Şehrin tüm sokaklarında avare gibi dolaşıyorum. Ne aradığımı ne için dolaştığımı düşünmüyorum. Nereden geldiğimi bilmiyorum. Kaybolmak istiyorum; ama sokaklar kaybolmama izin vermeyecek kadar tanıdık. Canım sıkılınca bir sigara yakıyorum. Dumanın aldığı şekilleri izliyorum amaçsızca. Sonra sen aklıma gelince daha içtiğim sigara bitmeden ikincisini yakıyorum. Zamanında İkinci sigarası varmış deyip, kendi kendime gülüyorum. Sen dışarı çıktığında sokakları arşınlıyorum. Seni görünce, bir ağacın arkasına saklanıp etrafı izliyorum. Göz ucuyla senin uzaklaştığını görünce, aksi yönde yürüyüp evime doğru gidiyorum.

15 Nisan 2012 Pazar


Aynanın karşısına geçip kendini seyrettiğin oluyor mu? Şişenin dibinde kalan son bir kaç yudumun üstüne atılan sigara gibi, legal bir şekilde çırpınıyorum. Adonai Elohim bana penaltı çalıyor, senin ceza sahandaymışım.

Elime bir silah alıp aynanın karşısına geçiyorum. Ayna, gayet rasyonel bir biçimde yansımamı gösteriyor. Ve ben garanti bir şekilde, tetiğe basıyor, görüntümü yok ediyorum. Gıdıklayacak kimsem yok.

Bir sigara yakıyorum, zaten ben seni ne zaman düşünsem bir sigara yakıyorum. Sigara dumanının gürültüsü evi kaplıyor. Annem gayet rasyonel bir biçimde beni arıyor. Ona gayet irrasyonel cevaplar veriyorum.

Sen üzüldüğünde ben de üzülüyorum. Seni ne zaman düşünsem, bir sigara yakıyorum. Sen gülünce, ben de gülümsüyorum. Sen beni görmezden gelince, ben tüm sigaraları aynı anda içmek istiyorum. Sen mutlu olacaksın diye, dünyanın her yanını çilek tarlası yapabilirim. Sen, beni fark etmesen de, ben seni çok seviyorum.

Kendimi Uranyum-235 izotopu gibi hissediyorum. Tek bir hareketle, bir atom bombasına dönüşmem yakındır. Çok kararsızım, hemen bozunuyorum. Bozunmalarım, üstel azalma şekilde ve diferansiyel ile çözüme gidilebilir.

Anarşi ve protesto, hayatımı ele geçirmiş gibi. Aynanın karşısında saatlerce bekleyip, kendime küfrediyorum.

Sonra uyandım.

7 Nisan 2012 Cumartesi

Bira şişesinin dibinde kalan bir kaç yudumun içine atılan ve hâlâ yanmaktan olan sigara misali, legal örgütler içerisinde harcanıyorum. Rabbim, elinden geldiğince hayatımı berbat etmeye devam ediyor. Ben komiteler kurup, karlı dağların tepesinde çapraz fişek takıp, silah çatıyorum. Kaderin okkalı sillesine kurşun sıkıp, sır oluyorum gecenin içinde. Gece dediysem “Hani kurşun atsan geçmez geceden” gecesi. Öyle karanlık bir gece. Elimdeki tüfek gayet rasyonel bir şekilde karşımdaki hedefe yöneliyor. Ve ben de gayet rasyonel bir kararla bismillah çekip, tetiğe asılıyorum. Bismillah dediysem lafın gelişi. Elimi yere koyup, yerdeki dağ menekşesini okşuyorum, gayet irrasyonel ve anti-diyalektik bir şekilde çiçeği koparıyorum. Hegel’in kemikleri sızlıyor, Spinoza mezarında ters dönüyor. Hayat, kayıkçı bizi alana dek devam ediyor.
Yaşamın illegal yollarında yürürken, kendimle konuşurken buluyorum kendimi. Kendim, kendime “Kimi sevsem çıkmazındayım.” diyor. Anlamıyorum, dinliyorum bakalım konuşma nereye varacak. Kendim “Hayatına giren her kadını aynı ölçüde sevmek zorunda değilsin. Freud o kadar da haklı değil. Her kadın arkadaş potansiyel sevgili değildir.” diye cevap veriyor. İyiden şaşırıp, bir sigara yakıyorum. Kendim durmuyor “Ama hangisini seçmeliyim?” diyor. Heyecandan başım dönmeye başlıyor, garanti bir şekilde karantinaya alınmalıyım. “Zamanı gelince kimi seveceğin belli olur.” diyor kendim. İşte beklediğim kreşendo. Kendim tam bir denyo. Tek nefeste sigaram yarılanıyor, dinlemeye devam ediyorum. “Beklemek güzel değil, ben senin kadar sabırlı değilim. Kararlı değilim, sürekli bozunmalar yaşıyorum.” diyor kendim. Tanrım, Uranyum-235 izotopu gibi hissediyorum. 92 protonum ayrı yöne dağılıyor. “Ateşin bile yakmaya tenezzül etmeyeceği kadar değersiziz, bizi sevecek olan kişi bizim gibi olmalı!” diye cevap veriyor kendim. Bir revolver alıp, ateşleyerek sigaramı yakıyorum. Kimse rahatsız olmuyor. Yeşil bir duman yükseliyor, duvarlarda kertenkeleler parende atıyor. Yoldan geçen köpeğin tasmasında “Ben bir prensim, öpünce bile kendi halime dönemem” yazıyor. Kendim konuşmaya devam ediyor: “Böyle olmayı ben istemedim. Allah kahretsin ki, hayatımız Oğuz Atay romanındaki karakterlerden de beter. İntihar ise çaba gerektiriyor. Çok canım sıkılıyor. Ben artık ben olmak istemiyorum. Ben olmaktan yoruldum.” Anarşi ve protesto, tanrım bizi bu hallere de düşürdün ya ne diyeyim sana! Yaylılar, atonal bir dizi çalıyor. Hayatım, atlamalar yapıyor grafiğinde. Fakat ben aşık olunca, x sıfıra giderken bir limit değeri bulunamıyor. Hayatımın türevini almak ve maksimum noktasını bulmak istiyorum; ama hayatım bir fonksiyon bile değil. Kendim yalvarırcasına “Bana bir şans daha ver.” diyor. Kendim ise, cebinden tabancasını çıkarıp, kendimin alnına dayıyor ve ekliyor: “Sana şans verdiğimiz için bu haldeyiz.”

3 Nisan 2012 Salı

Sen gittiğinden beri televizyon açık, duvarda bir çivi yarım çakılı. Pijamalarım bile kirli, hatta evimdeki köpek bile yabancı. Sen gittiğinden beri tabancamla uyuyorum. Ben ay istemiyorum, güneşi istiyorum. Ne yapabilirim ki? Ufacık bir şansım dahi yok mu? Yoksa söyle güzelim. Söyleme ben anladım zaten. Ağaçta bir cadı… Havuzda bir köpek balığı. Kafan iyiyken beni nasıl kurtarabilirsin ki? Karanlık gelince saklanacak yer ararsın. Ben artık, tabancamla uyur oldum. Ve televizyon hâlâ açık.

2 Nisan 2012 Pazartesi

Korkma Ben Varım!


"hayat çok tuhaf şebnem: paraşüt, uçaktan yüz yıl önce, 1783’te icat edilmiş.

şebnem içimde, kum saatindeki toz şeker gibi senin sevgin birikiyor. millerce öteden, varlığın başımı döndürüyor.



şebnem, her zorluğun içindeki kolaylığı, kara üzümün iri çekirdekleri gibi bulup çıkarabiliriz.



tamam abartmayayım, tozutmayayım, uslu çccuk olayım. irmik helvasının üzerinde uçan kelebek gibi toz olayım.

beni kınama yeter ki, huylarımı değiştiririm. bir robot kadar iffetli, güvercin kadar ilimli olurum.



şebnem, seni manyaklar gibi özledim." ~müntekim gıcırbey

I Call The Stars

Şahane olmuş gerçek!

1 Nisan 2012 Pazar

Amirim evleniyor lan çok mutluyuz!


Behzat: Evlensen ya benle?
Esra: Ne!?
Behzat: Evlencen mi?
Esra: Ayh... Evet!
Behzat: Düşünmek için zaman falan istemiycen yani?
Esra: :)

Ütopyalar güzeldir.


Bugün aslında pek canımı sıkasım yoktu, ama ne yaparsın hava işte. Yazdırıyor insana. Geçmişinden, yaptıklarından kaçamıyor insan. Alıştım artık, her suçu kendimde bulmaya. Fark etmeden zaten her suç ben olmuşum. Anlayabiliyor musun? Her suç ben olmuşum. Nereden anlayacaksın. Dinlemezsin bile beni. En sıkılgan halinde bile beni dinlememek için elinden geleni yaparsın. Oysa ben, senden gelecek her kelimeyi, küçükken annemin bana yemek yedirirken beklediğim her lokma gibi bekledim. Her neyse işte, ver zuladan bir cigara sevdiğim de beraber yanalım. Senin sigaranı da ben yakarım merak etme. Daha kibrit kutumda 26 tane kibrit çöpü var. İstersen seni arayabilirim, mesaj da atabilirim. 456 tane sms hakkım, 45 dakika da konuşma sürem var. İstersen telefonumdan fotoğrafını da çekerim. Daha 50 mb boş yer var. İstediğin ne? Benden ne istiyorsun? Ne olmamı bekliyordun? Paul McCartney mi? Kimi istiyordun sen beni mi? Beni ben olduğum için sevmedin mi sen? Beni deli yapan özelliklerimle? Neyse niye konuşuyorum ki. Hem sana akıl öğretmek bana kalmadı ya?

Yağmurlu bir doğumgünüertesi


Şehrin ışıkları akıp gidiyor, ben kimi sevsem çıkmazındayım. Fonda gene aynı şarkı çalıyor. Ama sevdiğim, Pazar günleri yürüyen merdivenler çalışmıyor. Yağmur yağmıyor, gökyüzü halime ağlıyor. Ve ben dinlediğim şarkıyla unuttuğum seni düşünüyorum. Tanıdığım tüm aşklar geliyor aklıma, diyorum ki "Hepsi arızalıydı." Ve aynen öyle işte, filmdeki gibi seni karşıma alıp sana "Bana sadece bir sefer seni seviyorum der misin?" demek istiyorum. Cevap vermezsen bağırırım. Ne çare sevdiğim, otobüsler hâlâ tıklım tıklım. Sıkılgan, katil bir ruh gibi dolanıyorum şehirde. Eğer ücrette anlaşabilirsek seni de öldürürüm. Hani şarkıda diyor ya "Nerden baksan tutarsızlık, nereden baksan ahmakça," işte öyle ahmakça dolanıyorum ortalıkta. Oysa sevdiğim benim bir tabancam bile yok. Bazen yeşil o kadar da güzel bir renk değil sevdiğim. Bazen sadece beyaz ve kırmızı. Bazen siyah, yeşilden daha güzeldir. Ve bazen sen siyahtan bile güzelsin. Sahi düşlerinin rengi nedir senin? Benim kırmızı. Kan kırmızı. Şarabın gazabından kork demiş şair sevdiğim, çünkü şarap kan kırmızıdır. Ah be kadın, ne geldiyse başıma senin yüzünden geldi zaten. Deliresim, çıldırasım geliyor seni sevdikçe. Dur! Sözlerin, gözlerine karışıyor. Ayırt edemiyorum. Ne güzel gözlerin var. Böyle kocaman. Gözlerin çok güzel. Otomobillerin farları birbirine girip, gözlerimi alıyor. Gri gökyüzünün altında, bir hapishanede tutsaklar, elleri arkalarında kavuşturulmuş ağızlarında cigarayla voltadalar. Ben hapse hiç girmedim. Sadece mapus türkülerinden bilirim hapisliği. Bir de Ahmed Arif şiirlerinden. Ama sevdiğim, ne çare bir tabancam bile yok katil olmama yetecek. Bir katil olacak olsaydım, önce kendimi vururdum.


Gene uzun yazdım, okumazsın.

Mutlu yıllar banaa, mutlu yıllar banaa.