7 Şubat 2013 Perşembe


Hain! Hain! Köpoğlu!
Rakı ve meze. Bilhassa kimsenin bilmediği mezeler. Pes tonda meyhane şarkıları çalan bir takım insanlar. Kafa sesine çıkmaktan korktuğu için kalın sesle söyleyen bir kadın şarkıcı.
Rakı ve meze. Bilhassa kimsenin bilmediği şarkılardan oluşan bir sofraymış, ve kimse o sofraya yaklaşmazmış. Hep tek başına içermiş adam. Ve hesabı öderken tek olurmuş haliyle. O bunu böyle istermiş belki, ama herkes bilirmiş, adamın en sevmediği şey yalnız kalmakmış hayatta. Sürekli oturmaktan kaba etleri ağrırmış. Ağır müziklerden hoşlanmaz, gazeteyi yalnızca Salı günleri alırmış. 
Meze ve şarkılar. Ama rakı, herkesin bildiği rakı. Yanında aynı derecede katılmış suyuyla duran iki kadeh. Sürekli kavuşmayı bekleyen sevdalılar gibiymiş rakıyla su. Rakıya kavuşunca, su bile kaybedermiş saflığını. Şehrin o yerinde, o kuytuda, su ne kadar saf kalabilir ki? 
Su ve rakı. Bilhassa, herkesin sevdiği türden bir masa örtüsü üzerinde. Ciğerinde yanan ateşe göre, pek de uzak değilmiş izmariti. Tüm kapalı alanlarda sigara içme yasağına rağmen, o meyhanede, o kurala uymazmış insanlar. Çünkü bilirlermiş ki, rakı masada bırakılıp sigara içmeye dışarı çıkılmazmış. Ayrıca, rakı kadehi öyle ele alınıp ayağa da kalkılmazmış. Çünkü rakı, masabaşı içkisidir. Bir masaya en güzel yakışan şey bir küllük ve bir kadeh rakıymış. 
Bir gün, bir sokak başında öldürmüşler yalnız adamı. Kimse yokmuş gene yanında. Ama istermiş o an yanında birinin olmasını. 
Saati beşe çeyrek kalaymış. Ve hava, kırmızıyı mavi geçiyormuş. 
960’ların başıymış tarih. Bir gün sonra, o öldükten, sokakta tanklar gezmeye başlamış…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

yapıştır!