18 Eylül 2012 Salı

Sıkıntılı Bir Günsonu


İçtiğim çayda, gezdiğim sokakta hissettiğim yalnızlık. Başka hiçbir şey değil. İnsanları anlıyorum. Kitapta da dediği gibi “Yolun sonuna doğru haklı çıktı Dostoyevski.” Zaten haklı çıkmasa bunca zaman klasikler arasında nasıl yer alsın? Haklı tabi. Elimi uzatsam yıldızların bir kaçını yere indireceğim. Yalnızlığımı yanıma alıp gezdiriyorum. Onu en çok gittiğim meyhaneye götürüyorum. Biraz pahalı bir yer, sadece çok olunca gidiyorum. Onunla otobüs bekliyoruz. Beklediğimiz otobüs geliyor ama durmuyor. Dolu. Tıka basa dolu. Sanki tüm insanlar bir anda bizim gitmek istediğimiz yere akın akın gidiyor. Yalnızlığın sessizliği bunaltıyor. Bunaldıkça daha çok batıyorum. Gözlerimin altı mosmor. Çürümüş gibi, dayak yemişim gibi. Sanki nereden geldiğini bilmediğim bir yumruk gelip yerleşmiş gibi. Öyle saçma, öyle düzensiz. Hayatım da düzensiz dağılımlar gösteriyor. Uyku düzenim yok, okuma düzenim yok, çalışma düzenim yok, yemek düzenim yok. Buna rağmen, bir şekilde hayatta kalabiliyorum. Sonra yalnızlığımı bırakıp onunla geziyorum. Düzenli olarak yaptığım tek şeyi yapmaya, banklarda oturup bira içmeye götürüyorum. Yıllar sonra o bankı tekrar gördüğümde hatırlayacağım onu orada öptüğümü. Şuan henüz öpmedim, bilmiyoruz. Denizin köpüren sonsuzluğunda gözlerimiz kayboluyor. Aynı banka, ayrı kişileri düşlüyoruz. Yaşam olağan seyrinde devam ediyor.
Hayır etmiyor.
“Her anı ölüdür.” demiş yazar. Ben de etkileniyorum. Sonuçta o da Pavese’den, Kafka’dan etkilenmişti. Normal bir şey yani. O yazarı, ölü yazarı, koluma takıp tramvaya biniyorum. Yüzümde gururlu bir gülümsemeyle “Bakın işte, büyük bir yazar o. Ölü olduğuna bakmayın, çok güzeldir.” diyorum. Mahcup, gülümsüyor. Tüm hayatımız gülümsemekle geçiyor. Şöyle esaslı bir kahkaha atmayalı yıllar olmuş. Sanki öyle bir kahkaha atsak kaslarımız yırtılacak. Korkuyoruz. Sonra onu başka bir banka götürüyorum. Beğeniyor, sahipleniyor. Bana “Aferin,” diyor “iyi biri olacaksın.” Fakat bana iyi olmak istediğimi sormuyor. Sadece karar veriyor. Olsun, ona akıl öğretmek bana kalmadı ya. Ne güzel kadın, diyorum kendi kendime. Kendim bana hemen cevap veriyor, bence de, diye. İlk defa kendimle aynı fikirdeyim. O kadar mutluyum ki, anlatamam.
Herkes ne tam mutlu, ne de tam mutsuz olabiliyor. Çünkü her hikayede bembeyaz insanlar var. Umut sağlıyor, seni düşünmeye pes etmemeye sevk ediyor. 
Sonra tekrar yalnızlığıma dönüyorum. Onu özlediğimi hissediyorum. Sanki yalnız kalmak için çabalıyorum; ama bir yandan da, düşünce olarak, yalnız kalmak istemiyorum. Hayır, kalabalıktan hoşlanmam. Zaten kalabalık yalnızlığını gidermez. Yalnızlık, anlayışla giderilir. Biri beni anladığı zaman, artık yalnız olmadığımı düşüneceğim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

yapıştır!