10 Haziran 2013 Pazartesi

Hacı sevmiyor ya. Kesin yani. Sevmediği belli.
Diren Gezi Parkı, Gezi Parkı çok güzel.

16 Nisan 2013 Salı

Her Temas İz Bırakır


Şehrin en güzel yerinde içki içiyorum. Kemer yolunun ışıkları vuruyor gözüme. Geçen seneki acıklı güzel günler düşüyor hatırıma. Denizin uğultusu var bir yandan. Ama gözüm sürekli aynı yere takılıyor.
Yaz geliyor aklıma, yazın geçtiğimiz dizeler geliyor. Öylesine güzel, sıcak, tatlı. Umursamaz, hatta uslanmaz dizeler. Diyorum ki “Ne güzeldir yollarda olmak şimdi.”
Nereden aklıma geldi bilmiyorum. Düşünmek de istemiyorum. Önemli de değil zaten. Ama Antalya, hep yazı hatırlatıyor. Belki de çocukken hep yaz vakti geldiğimden. Bilmiyorum, umursamıyorum.
Karanlığa doğru bir sigara yakıyorum, ne güzel bir duygu. Bir kaç martı geçiyor önümden. Küfrediyorum. Uçaklar normal seferinde. İstanbul buradan uçakla 45 dakika. Otobüsle 720 dakika. Ne manyakça bir keşif şu uçak. Bir bensem öyle düşünen, varsın idama mahkum edileyim. Yağlı urgan vız gelir.
Hayat kayboluyor bazen. Sen istesen de istemesen de. Çünkü hayata hükmedemezsin. Nasıl ki, Ölü Deniz’e gidecek bir kafileyi engelleyemezsin, onu da engelleyemezsin. Hayat, sen varken güzel.
Hayat, umursamazlar için bir ıstırap.
Istıraba katlanmak gelmiyor içimden.
Şehrin en güzel yerinde içiyorum.

4 Mart 2013 Pazartesi

Sait ile Faik’ten bahsetmiş miydim size? Onlar ikizdi. Sait ve Faik. Sait, Faik’e hep kızardı. Onu hırpalardı. Faik gıkını çıkarmazdı. Çok sigara içerdi Faik, bir gün öldü. O öldü diye, Sait ismini Sait Faik olarak değiştirip Faik’in hikâyelerini yazdı. Ona söyledim, bu yaptığın yanlış dedim. Beni Svevo’ya söylemekle tehdit etti. Sustum, korkardım ondan. Sonra yıllar sonra bir rakı masasında Sait de öldü karşımda. Ağladım. Sait Faik öldü diye değil. Sait ile Faik aslında ayrı ayrı öldüler diye ağladım. Kimse bilmezdi Sait’in bir kardeşi olduğunu. Ben bilirdim, Kafka bilirdi. Bir de Svevo bilirdi ama çaktırmazdı. Sait onun bildiğini bilmiyor-du. Geçmiş zamanda konuşmak o kadar güzel ki. Sait burada olsaydı keşke, Faik karşımda otursa sigara içseydi. Kardeşti onlar. Sait, Faik’i hep döverdi.

25 Şubat 2013 Pazartesi

İnsanın içi acır. En çok orası acır. Akıllı ol lan içi acır insanın. İçi acıdı mı aciz kalır. Adam olun lan. İnsanın içi acır. İnsanın içi acıdı mı cız eder bir şeyler. Ateşe değen et gibi olur insanın ciğeri. Öyle bir acı gelir. Yanık acısı üç gün üç gece geçmez hatta. Kağıt kesiğinden de beterdir yanık acısı. Kalp kesiği, kurşun yarası bir de yanık. Geçmez, izi kalır.

Lan oğlum akıllı ol lan akıllı. Kendine gel. Şş tamam. Kendine gel. 

“Ben gidiyorum.” der kadın, bin defa parçalanır yürek. Oysa ne müstesna bir ilişkidir o an ellerini tutup “Gitme.” diyebilmek. Diyemez insan, diyemezsin. O an “Gitme.” diyebilecek cesareti toplayabilen insan intihar edebilir. Öylesine cesur ve aptaldır.

Kar yağsın, yağmur yağsın. Gökyüzü boş durmasın, çalışsın. Âşıklar öpüşsün o durakta, aynı durakta. Benim soğuktan tir tir titreyip, gözyaşlarımın yağmura karıştığı o ıslak durakta. Bir buçuk saat boyunca otobüs beklediğim durakta, eve gidişi özlediğim o durakta. 

 Kendinize gelin lan. Tanımadan bilmeden yargılamak ne demek? Yalnızca o an gördüğünüze inanmak ne demek? İşin içerisini dışarısını öğrenin bir önce. Acele karar vermeyin. Akıllı olun.

7 Şubat 2013 Perşembe


Hain! Hain! Köpoğlu!
Rakı ve meze. Bilhassa kimsenin bilmediği mezeler. Pes tonda meyhane şarkıları çalan bir takım insanlar. Kafa sesine çıkmaktan korktuğu için kalın sesle söyleyen bir kadın şarkıcı.
Rakı ve meze. Bilhassa kimsenin bilmediği şarkılardan oluşan bir sofraymış, ve kimse o sofraya yaklaşmazmış. Hep tek başına içermiş adam. Ve hesabı öderken tek olurmuş haliyle. O bunu böyle istermiş belki, ama herkes bilirmiş, adamın en sevmediği şey yalnız kalmakmış hayatta. Sürekli oturmaktan kaba etleri ağrırmış. Ağır müziklerden hoşlanmaz, gazeteyi yalnızca Salı günleri alırmış. 
Meze ve şarkılar. Ama rakı, herkesin bildiği rakı. Yanında aynı derecede katılmış suyuyla duran iki kadeh. Sürekli kavuşmayı bekleyen sevdalılar gibiymiş rakıyla su. Rakıya kavuşunca, su bile kaybedermiş saflığını. Şehrin o yerinde, o kuytuda, su ne kadar saf kalabilir ki? 
Su ve rakı. Bilhassa, herkesin sevdiği türden bir masa örtüsü üzerinde. Ciğerinde yanan ateşe göre, pek de uzak değilmiş izmariti. Tüm kapalı alanlarda sigara içme yasağına rağmen, o meyhanede, o kurala uymazmış insanlar. Çünkü bilirlermiş ki, rakı masada bırakılıp sigara içmeye dışarı çıkılmazmış. Ayrıca, rakı kadehi öyle ele alınıp ayağa da kalkılmazmış. Çünkü rakı, masabaşı içkisidir. Bir masaya en güzel yakışan şey bir küllük ve bir kadeh rakıymış. 
Bir gün, bir sokak başında öldürmüşler yalnız adamı. Kimse yokmuş gene yanında. Ama istermiş o an yanında birinin olmasını. 
Saati beşe çeyrek kalaymış. Ve hava, kırmızıyı mavi geçiyormuş. 
960’ların başıymış tarih. Bir gün sonra, o öldükten, sokakta tanklar gezmeye başlamış…

18 Aralık 2012 Salı

Taksi


Taksiye binmek istedim. Bindim de, yürüyecek mecalim yok. Zaten gecenin o saatinde otobüs de geçmez. En iyisi taksidir. Bazı yürüyen merdivenler şehirde sabaha kadar çalışır. Ama otobüsler çalışmaz. İyidir, taksiler iş yapar. Bir Karadeniz Türküsü çalıyor; ama ne olduğunu hatırlamıyorum, zaten önemli de değil. Karadeniz Türküleri hüzünlü olur. Karadeniz’in hüznünden mi kaynaklanır, hırçınlığından mı bilmem. Yöre insanına has herhalde.
Karanlığın ortasında uzaklara bakarsan göreceğin tek şey gene karanlığın kendisidir. Bu böyledir, aksini iddia etmek akla mantığa sığar mı bilmem. Hüzünlendim, insan hüzünlenir biraz. Biraz değil çok hüzünlenir. Belli etmez. Bu böyledir.
“Hayırdır abi, daldın?”
“Türküdendir.”
“Çok severim döndürür döndürür dinlerim her gün.”
“Hayırdır? Sevda meselesi mi?”
“Sorma abi.”
Sormadım, üstelemedim. O an konuşacak halde değildim. Benden büyüktü, 18 yaşındaydım; ama bana abi diyordu. En aşağı 26 yaşındaydı. Bu işler böyledir. Müşteri “abi”dir, “abla”dır.
Eve gittiğimde herkes yatmıştı, zaten geç gelirim demiştim. Kötü bir akşam geçirmiştim, bir de üstüne o türküyle taksicinin o hâli birleşince dayanamadım. Koyuverdim kendimi. Gittim dolabı açtım, sadece bira var. Tuborg Gold, açtım odamın kapısını kilitledim. Gece 1′di saat başladığımda, sonra uyuyakalmışım ağlaya ağlaya. Sabaha karşı uyandım, belim tutulmuş. Kalktım yerime yattım.
Bir sene kadar önce yaşadım bunu ve şuan karanlıkta oturup dururken aklıma geldi. Yazmak istedim, pek matah bir şey değil anlattıklarım. Ama o taksicinin yaşadıklarını düşündüm uyuyana kadar. Belki kızı vermediler, belki kızı kaçırdı geldi buraya bir ekmek kapısı bulana kadar taksicilik yapıyor. Ya da var bir ekmek kapısı, ama geçindirmiyor.
Belki de benim yaşadıklarım o kadar da sert şeyler değildir. Ruhani bunalımdan çok maddi bunalım vardır. Maddi bunalım derken illa parayı kastetmiyorum. Antalya’da soğuk bir geceydi, arkadaşımla kavga etmiştik. Tam kavga sayılmaz aslında; ama sonunda ikimiz de sarılıp ağlamıştık. Benim bunalımlarım belki o taksiciye saçma gelirdi. Ama, yaşıyoruz işte. Düşe kalka.

15 Aralık 2012 Cumartesi

Aylar sonra, soğuk bir Aralık gecesi işte. Tam 6 ay geçmiş üzerinden son ağlamamın. Ben oturmuş hüngür hüngür ağlıyorum. En son Haziran’da ağlamıştım. Nedenini söylemem. Sigaram yok, uyumak istemiyorum. Bir bira içip uyusam belki? Geçer mi, yoksa biter mi bilmem. Hiçbir şey beni artık ilgilendirmiyor gibi. Yarın geçer nasılsa. Geçer mi? Geçmez belki. Belki böyle kalırım. Dibe vurdum mu? Fiyasko mu bu hayat? Nedir ulan kaç kilo çeker yalnızlık?